İnsan bazı şeyleri anlatmak istese de anlatamıyor. Kimse anlayamayacak sanıyor. Hatta belki de anlatmamalı bazen. Susmalı, söylememeli, kendine saklamalı, kendini saklamalı, saklanmalı… Anlaşılmamak korkusundan belki de bu, anlaşılamayacak olmaktan. Ne beter bir korku ve ne illet bir şey…

Kızıyorum bazen bildiğini, hissettiğini anlatmayanlara. Gecenin zifiri karanlığında elinde tuttuğu mumu sadece kendi yolunu aydınlatmak için yakan adamlar gibi geliyor bana onlar. Konuşsunlar diyorum, anlatsınlar, söylesinler ve o ışığı biraz da yolunu yitirenlerin önüne tutsunlar. Ama bir faydası yok. Sadece kızıyorum ama bir de anlattığı, söylediği, konuştuğu hatta elindeki o mumu başkalarının yolunu aydınlatmak için tuttuğundan kendisinin karanlıkta olduğunu unuttuğu adamlar var. Ama anlaşılmayan adamlar. Onlara kızmıyorum. Üzülüyorum hem de çok üzülüyorum.

Her iki misale de uyan adamlar tanıdım. Halen dahi tanıyorum. Her iki misaldekilerin de bildiklerinden şüphem yok. Biliyorlar, okuyorlar, yaşıyorlar ama neden söylemiyorlar bizlere? Neden sırlanıp da saklanıyorlar mağaralarda? Kendi ışığını kendine saklayan adamlar mağaranın dışında ne olduğunu bilmiyorlar bile. Oysa güneş var, ışık var… Diğerleri neden düşünmüyorlar “niye anlaşılamıyorum?” diye.

Sıkıntımız bilen adamın kıtlığı değil. Memlekette kaht-ı rical yok çok şükür. Bence asıl sıkıntımız meydana inmiyor olmak. Boş bırakmak ve ulaşamamak belki. Ama şu da var ki boş bıraktığımız her meydanda hançerisini yırtarcasına kendi bildiğini, inandığını haykıran adamlar var. Yani boşluklar elbet ve muhakkak doluyor. Çoğu vakit de bizim istemediğimiz şekilde doluyor. Anlatmayanlarımız zaten meydan nerededir onu bilmiyorlar bile. Anlatanlarımız da adam beğenmiyorlar. Az diyorlar, fazla istiyorlar. Oysa her bahar bir çiçekle başlar diye güzellemeler yapmıyorlar mı? Hep onlara gidilsin istiyorlar, hep onların kapısı çalınsın, hep davet edilen, beklenen olsunlar. Lakin beklendiklerini bilmiyorlar.

Şimdi etrafımızdaki yaşça bizden küçük olanlar baharda geldiler memlekete ve kışı görmediler. Hazan mevsiminde esen rüzgarları, kardan kıştan çeken çatıları, sele verilmiş umutları hiç görmediler ve bilmiyorlar. Doğal olarak da hiç olmamış gibi yaşıyorlar. Kim anlatacak onlara bunu? Kim söyleyecek bilenler ve yaşayanlardan başka. Bence şu anın en mühim vazifelerinden biri bu.

Bazı şeylere yeniden başlamak lazım. Hepsini ve her şeyi unutup en baştan ve yeniden meydana inip hatta gerekiyorsa hiç bilinmiyor ve kimse anlamıyor gibi söylemek lazım bazı şeyleri. Yoksa unutulacak ve normalleşir sıradanlaşacak. O zaman da anlatmak ve söylemek çok zor olacak.