Türk sineması denilince aklımıza hemen Türkiye’de üretilen filmler gelir. Bizim dışımızdaki Türk dünyasında üretilen kültür sanat eserlerine fazla sahip çıkmıyoruz. Biraz “abi” havasında davranıyoruz. Bu tavrımız zaman zaman yanlış anlamalara neden olabiliyor. Birbirimizle ilişki kurmakta zorlanıyoruz.

Türkiye’nin ilginç bir sahiplenme duygusu var. Hem Türklerin himaye edeni, koruyanıyız hem de İslâm âleminin hamisi gibi davranıyoruz. Bu tavrımızın hakkaniyetini vurgulamazsak yanlış olur. Başarıyla taşıdığımız bu ağır sorumluluğun, bize verilmiş tarihsel bir görev olduğunun bilincindeyiz. Şu anda hem Türk milletinin hem de İslâm ümmetinin dertleriyle dertlenen yegâne toplum Türkiye’de yaşayanlardır. Diğerlerinin de hiç ilgilenmediği gibi bir yanlış anlaşılmaya meydan vermek istemem.

Uzun zaman biz de kendi içimize kapanık yaşamışız zaten. Türkiye dışında yaşayan Türk toplumlarının büyük çoğunluğu da Sovyet-Rus esaretinde olduklarından ilişkilerimiz oldukça zayıf olmuş. Türkiye, Cumhuriyet dönemiyle beraber doğu ve güneyine bakmamış, hep yönünü batıya çevirmiş. Karşılıklı ticarî ve kültürel alışverişler en alt seviyede olmuş.  Ne zaman ki Sovyetler çöktü, birbirimizi tanımaya başladık.

Şimdi hem devletler düzeyinde hem de millet nezdinde iyi ilişkiler artarak gelişiyor. Türk Devletler Topluluğunun kurulması, Türksoy’un canlandırılması, ticarî ve kültürel alışverişlerin artması, geleceğe daha ümitli bakmamızı sağlıyor. Geçen yıl Bursa, “Türk Dünyası Kültür Başkenti” idi. Bu yıl ise Azerbaycan’ın Şuşa şehri oldu. Bir şehir sadece kültür başkenti ilan edilmekle kalmamalı; ilişkilerimizi güçlendirecek, birbirimizi daha yakından tanıyacak etkinliklere sahne olmalıdır. İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinden sonra yüzlerce faaliyet yapıldı. Yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığımız Avrupa Kültür Başkenti Ajansında 3 yıl boyunca yüzlerce projeye imza atıldı. Geçen yıl Bursa’nın kültür başkenti olması dolayısıyla Korkut Ata Film Festivali’nin ikincisi Bursa’da yapıldı. Bu yıl Şuşa’da üçüncüsü yapılacak ancak festival için ortalıkta bir hareket görünmüyor. Yılın yarısı geçildi, iyi bir festival için çoktan çalışmaya başlamalıydık.

On5Sıfır7 Film Haftası nedeniyle dünyanın farklı coğrafyalarından film seçkisi yaptık. Bu filmler arasında Türk dünyasından olanlar da var. Bu vesileyle Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan’da yapılmış filmleri izleme imkânı buldum. Her filmi seyrettikçe kafamdaki “Türk Sineması” kavramı değişmeye başladı. İnanılmaz yüksek kalitede filmler yapılmış ancak dünya sinemalarına ulaştırılmamış. Hemen aklınıza Batılı dağıtımcıların ambargosu gelebilir. O işin bir tarafı olabilir ancak asıl acı olanı ise, sadece Batı ülkelerine değil Türkiye’deki seyirciye de ulaşmamış bu filmler.  O nedenle siz de benim gibi, Türk sineması denilince aklınıza sadece Türkiye geliyorsa inanın yanılıyorsunuz.

Size üç örnek vereceğim. Birincisi, Kırgız yapımı “Kurmancan Datka” filmi. Bir Kırgız kadın kahramanın hikâyesini anlatıyor. Yönetmeni, Kırgızistan’da Kültür bakanlığı da yapmış olan Sadık Şir-Niyaz. Çok büyük prodüksiyonlu, aksiyonu yüksek bir film çekmiş.  Kırgızistan’ı tanımak istiyorsanız bu filmi mutlaka seyretmelisiniz.  İkinci film, Azerbaycan’dan Elhan Caferov’un yönettiği “ Eksik Hatıralar”. Karabağ’ı anlamak için mutlaka izlemelisiniz. Üçüncü film ise Özbekistan’dan Cihangir Kasımov’un yönettiği “İbret”. Kitap sevdalısı bir âlim olan İshakhan Töre İbret’in dramatik, acıklı hikâyesi sizi düşünmeye ve ibret almaya davet ediyor.  Türk dünyasını anlamak için filmlerden başlamak çok öğretici oluyor.