Sanat dediğimiz şeyin diğer bütün gelişim alanlarından farkı, sadece öğretilmiş şeylerle başarılamayacak olması. Yetenek dediğimiz şeyden çok daha fazlası lazım. His diyebiliriz. Fikir de elbet. Sezgisel yani. İnsanın içinde olan ve bulup çıkarılması gereken bir şey bu…
Hal böyleyken herhangi bir sanat alanıyla ilgili eğitimi ‘öğretim’ çerçevesine hapsedip, müfredat tamamlandıktan sonra sanatkâr olma yoluna girildiğini var saymak, en hafif ifadesiyle beceriksizlik olur.
Türkiye’nin yepyeni bir anlayış ile bambaşka yolları denediği son yılların hepimizi sarstığı bir gerçek. Düşünen, hisseden ve zikretme peşinde olan her bir insan evladının bu sarsıcı gerçeğin karşısında afallaması doğal. Daha ötesi, bu manzara karşısında zihni darmadağın olmayanın izanını kontrol ettirmesi gerek.
Yenilenme ya da değişme veya dönüşme yaşamamızın tek sebebi politik ve sosyo-kültürel farklılaşmamız değil. Yeni medya organlarıyla öylesine bir dönüşüm sürecindeki dünyamız, ne biz dünkü biziz, ne de biz denen şeyin tarifine dair kesin hüküm vermemiz mümkün. Haliyle, tariflerin yenilendiği, tarihin artık zamandan bağımsız yazıldığı böyle bir ortamda eğitim ve öğretim sistemi de derinden değişmeli.
Peki, tarifte zorlandığımız mevcut şartlarda nasıl bir sistem söz konusu olabilir?
Zor olduğu kadar hayati bir cevabı arıyoruz. AK Parti iktidarının birçok alanda devrim niteliğinde değişimler yaparken, eğitim alanında sürekli çabalanmasına rağmen istenilen sonuçlara bir türlü ulaşılamamasının sebebi belki de bu… Zamanı doğru okuyup, teşhisi doğru koyup, tedaviyi de buna göre yapmak gerekir.
Galiba şunun altını kalınca çizmek gerekiyor: Artık, hiçbir hazırlığımız kesin ve değişemez olmayacak. Belki de her sene yeniden teorilendirmemiz gerekecek. Tıpkı akıllı cihazların gittikçe azalan zaman aralıklarıyla güncellenmesi gibi…
Akıllı telefonu her güncellendiğinde, adeta hayata bakışı tazelenen gençlerimiz…
Her yeni güncelleme ile heyecanı biçim değiştiren gençlerimiz…
Nesiller arası farkın 3-5 seneye düştüğü bir ortamda güncellene güncellene kendisini ispat etme çabasında olan gençlerimiz…
Akranından daha geç yapabildiği güncelleme sebebiyle kimlik bunalımına giren ve aileden eğitim hayatına kadar her mecrada bu hayal kırıklığının etkisini gösteren gençlerimiz…
Duygusal hayatının tezahürünü sosyal medya aplikasyonları ve akıllı cihaz güncellemesine bağlayan gençlerimiz…
Ve bunların ne denli geçici ve ârızî olduğunu gençlerimize anlatma derdinde olan, “bizim zamanımızda” diye başlayan cümle kurabilmeyi eğitmenliğin olmazsa olmazı zanneden yetişkinlerimiz…
Gençlerin yetişkinlere yetişmesi gerektiğini düşünen ve gençlerin kendilerine dahi ulaşamayacak derecede kalabalık bir yalnızlık içinde olduğu hakikatine bir türlü yetişemeyen yetişkinlerimiz…
Tablo gayet net değil mi?
Terbiye etmenin araçları değişti. Gençlere ulaşmanın yolunun yeniden tanımlanması gerektiği bir ortamda alışkanlıklara saplanıp tazelenmeye direnmenin ceremesini toplum olarak çekeceğiz/ çekiyoruz.
Sanat eğitimi için de durum çok farklı değil. Bütüncül olarak eğitim sorunumuz var. Eğitim araçlarının bütünüyle değiştirilmesi gereken ortamda eğitim anlayışının değişmemesi gibi bir şey düşünülemez.
Söz konusu sanat olunca devreye girecek bir şey daha var. O da başta bahsettiğim, her sanatkârın içinde bir yerde gizli olan şeyi ortaya çıkarabilmek. Bunun yöntemleri de elbette zamana ve zemine göre değerlendirilip şekillendirilmeli.
Eskilerin ‘usta-çırak’ ilişkisi çok mühim… Bunun güncellenmiş boyutunu düşünmek gerek. Yeni araçlara nasıl yansır, yeni araçlarla olgunluk süresi nereye evrilir, iyi hesap etmek lazım.
Doğru cevaba giden yol doğru soruyla başlar. Bolca soru dillendirdiğimize göre, cevabın gelmesini beklemek üzere gözlerimizi kapayıp gönlümüzü açabiliriz…