Salgın illetinin çeşitli dalgalarının yaşandığı şu günlerde sinemalarda alıştığımız güz hareketliliği olmasa da mevcut şartlar içinde mutluluk verici bir canlanma görünüyor. Filmler vizyona girmeye başladı. Daha doğrusu vizyona giren filmlerin sayıları artmaya başladı. Pandemi şartlarında tedbirli şekilde sinemaya gidebilmek de ayrı bir duygu elbet.

Bir taraftan da filmler kendisine salon bulamıyor. Garip bir manzara. Hem sinemaya giden insan sayısı ve vizyona giren film sayısı az, diğer yandan ödüllü ve başarılı filmler salon bulamıyor.

Bu salon meselesine tekrar dönmek üzere bu haftanın öne çıkan filminden bahsetmek istiyorum.

Seyid Çolak’ın ilk uzun metraj filmi Kapan, festival yolculuğunu tamamladıktan sonra bugün vizyona giriyor. Dünya prömiyerini 41. Uluslararası Moskova Film Festivali’nde yapılan “Kapan” ile Seyid Çolak çeşitli festivallerde en iyi yönetmen, en iyi oyuncu gibi birçok ödül aldı.

Film, bir adada yaşayan beş balıkçı arkadaşın hikâyesine odaklanıyor. Tekdüze giden hayatları, aralarından birisinin ani bir şekilde ortadan kaybolmasıyla değişir. ‘Canavar’ devreye girdikten sonra adalıların hayatı da alt üst olur. Adalılar kurt için canavar ifadesini kullanmaktadırlar. Başrol Yakup ile Turan’ın etrafında dönen bir sarmal ile kurt devreye girer ve gergin ama sakin bir hesaplaşma süreci başlar.

Doğa ile insanın yaşam alanı ve çakışan noktaları üzerinden kurgulanan film izleyiciye geniş bir hareket alanı bırakıyor. Filmdeki bazı hadiselerin nasıl başladığı ya da sonlandığını bilmiyoruz. Bazı sonuçlar ve emareler üzerinden çıkarım yapıyoruz. Bu durum hikâye anlatımında bir eksiklik olmak yerine avantaja dönüşmüş. Zira yönetmen Çolak, izleyicinin de filmin bir parçası olmasını istiyor.

Filmin başlıca sorunu çok karaktere odaklanmaya çalışması. 85 dakikada iç içe geçen çok fazla olaya ve sorgulamaya şahit oluyoruz. Odağın kayması ile daha sağlam anlaşılması arasında gidip geliyor. Diğer taraftan, kapan metaforu üzerinden katmanlı hikâye kurgusu ile izleyiciyi de bir sıkışmışlık hissine sürükleme maksadı beliriyor.

Uzun yıllar kısa metraj filmler çeken ve başarılı olan yönetmen Seyid Çolak, hikâye kurgusundaki açıklık ve sonu belirmeyen alanların gücünü sinematografi ile destekliyor. Biçim üzerine kafa yorduğu aşikâr. Kamera kullanımından mekân kurgusuna kadar atmosfer oluşturma noktasındaki emeği kendini hissettiriyor. Işık kullanımı noktasında tercih sıkıntısı olduğunu düşünüyorum. Bazı sahnelerde ışık, rol çalar duruma gelmiş.

Başrol oyuncusu Onur Dilber iyi bir iş çıkarmış. Ancak Serkan Altıntaş ve Yüksel Akça yan karakterlere verdikleri ışık ile kendilerini hissettirmiş… Serkan Altıntaş, gerilimin ana unsurlarından biri olarak duyguyu izleyiciye aktaran temiz bir oyunculuk sergilemiş. Akça ise sakin karakterini oyunculuğuna da yansıtmış ve gerçekçiliğin ötesinde sahici bir duygu oluşturmuş.

Filmdeki müzik kullanımı ise genelde başarılı olmakla beraber yer yer rol çalıyor. Duygu zedeliyor. Ses tasarımında da tercihe bağlı olduğu anlaşılan bazı noktalar filmin karakterine fazla kaçmış.

Kapan, Seyid Çolak’ın ilk uzun metraj filmi. Türkiye şartlarında film çekmenin ne kadar zor olduğunu bilenler, ilk film tecrübesinden Kapan gibi bir eser ortaya çıktığında alkışlar. Seyid Çolak’ın samimi duygusu filme de yansımış.

Gelelim yeniden salon meselesine…

Son 2 yıl Türkiye’deki festivallerde en çok boy gösteren filmlerden biri olan Kapan, Türkiye’de sadece 10 salonda gösterime giriyor.

Neden?

Bu hususta daha önce bu sayfada çokça yazı kaleme alındı. Dağıtım sorununun ne denli çetrefilli ve sinemamıza ayak bağı olduğuna vurgu yapıldı. Fekat pandemi şartlarında dahi bunun yaşanmasına anlam veremiyorum.

İlk vizyon serüveni tamamladıktan sonra şehir şehir gezerek filmi izleyiciye ulaştırmalı Çolak. Böyle bir düşüncesi olduğunu biliyorum. Umarım başarır.