Fransız devrimi başta olmak üzere tarih, birçok devrime (Sanayi, Bolşevik, İran…) şahit oldu. Ama hiçbir devrede kültürel devrime şahit olmadı (Varsa da ben bilmiyorum).

Devrimler hep siyasi oldu. Ya da ekonomik. Kültür onların taşeronu oldu. Bazen dış kapının dış mandalı oldu. Bazen kıyısından dokunulan deniz oldu. Ama hiç bir zaman asıl olmadı.

O kadar ki adı devrimle özdeşleşen Marx, sistemini ekonomik istihsaller üzerine kurdu. Kültürü de onun üzerine yama yaptı.

Bugün bir adam çıkıyor ve kültür devrimine ihtiyacımız var diyor. Kültürün altını asıl olarak çiziyor. Yine can evimizden vuruyor.

Neden kültürel devrim? Yoksa ekonomik ve siyasi devrimleri yaptık da sıra kültüre mi geldi? Kültürel devrim için iktidarın kodlarına egemen mi olduk? Paranın patronluğuna mı yükseldik de kültürel devrim yapacağız? Ya da kültürel devrim olmadan diğerlerinin hiçbir anlamı yok, onun için mi? Geç de olsa bunu fark ettiğimiz için mi kültürü merkeze koyuyoruz? Kim bilen bunun doğrusunu?

Reis-i Cumhur’un sözüne bakarsak cevap ortada. Kültürel devrim olursa gerisi kolay diyor Sayın Erdoğan. Gerisi kolay ama başı zor diyor. Öyle bir baş ki, geri kalan her şeyi kontrol ediyor. Marx’ın iddiasının tersine sosyal istihsaller temelde yer alıyor. Her şey de onlar üzerine bina ediliyor. Yani değerler diyor Tayyip Bey. Yerel ve evrensel değerler. Hep kalan, hiç gitmeyen değerler. Sizi siz yapan değerler. Sizi başkalarıyla biz yapan değerler. Onlar inşa olundu mu gerisi kolay diyor. Onlar hayat buldu mu gerisi kolay.

Peki kültür nedir? Geri kalan her şeyin kazanımını kolaylaştıran kültür neye delalettir?

Kültür sözcüğü Latince ‘cultura’dan gelir. Cultura, inşa etmek, işlemek, süslemek, bakmak anlamlarına gelen Colere’den türetilmiştir. Örneğin Romalılar ‘mera işlenmesine’ agri cultura demişlerdir.

Türkçe’nin Batı dilleri etkisine girmesinden önce (Cumhuriyet döneminde de) kullanılan “hars” sözcüğü ise Arapçadır ve “tarla sürmek” anlamına gelir.

Kültür yerine yeni dönemde kullanılan “ekin” kelimesi de toprağa yerleşmekle bağlantılı olarak teklif edilmiş bir kelimedir.

Kültürün karşılığı olarak kullanılan bütün kelimelerin ortak anlamı, kalıcı ve sürekli olmalarıdır. Romalılar da aynı anlamı yüklemişlerdir kültüre, Osmanlılar da. Yani kültürden bahsediyorsanız bir tarih yerine fi tarihinden bahsetmek ve nesilleri içine alan bir görüntüye omuz vermeniz gerekir. Bu anlamı verecek şekilde ama daha artistik bir biçimde, “Kültür her şeyi okuyup unuttuktan sonra, aklınızda kalanlardır” demiştir Andre Gide. O da kalıcılığa ve tarihsizliğe vurgu yapmış ve kültürün ana omurgasına dair esaslı bir laf etmiştir.

Bahusus, devrimler kendisi için yapılamasa da devrimleri kalıcı kılacak yegane itici güç kültürdür. Çünkü devrim sonrası sistem kurma meselesinde size sacayağı sunacak olan kültürdür. Kültür size değişmeyen değerleri vererek sisteminizi bunlar üzerine kurun der. Kurun ve kurumlarınızın yaşamasını gözlemleyin. Aksaklıklar çıktığında ise müdahale edin. Neyle? Yine kültürle. Sistemi üzerine kuracağınız şey kültür olduğu gibi zamanla ortaya çıkacak bozulma ve arızalara çare olacak yine kültürdür.

Bütün bunlara eyvallah. Ama nasıl?

Kültürel devrim nasıl gerçekleştirilecek? Ne yapılacak da yapay kültürlenme dediğimiz ve bütün dünyayı sarıp sarmalayan Batı kültürünün kurtulacağız? Aristo’yla Pavlus’u birleştiren kültürel saldırıdan ne yaparak korunacak ve düze çıkacağız? Hatta Aristo’nun da Pavlus’un da hükümsüz kaldığı postmodern kültürsüzlükten yakamızı nasıl sıyıracağız? Genç-yaşlı demeden herkesi tuzağına düşüren küresel kültürsüzlük sendromundan kendimizi ruh köklerimize nasıl atacağız?

Bir müellif yazısını kaleme alırken soru soruyorsa aslında sormuyordur. Bilakis cevap veriyordur. Ya da cevap vermek için soruyordur. Benim de bir cevabım var elbet bu sorulara. Belki de birden fazla.

Geçtiğimiz sene Kültür Bakanına açık mektup diyerek bir yazı yazmış ve “Sultanahmet’te bir akademi hayalinden” bahsetmiştim. Ateş olsam cürmüm kadar yer yakacak olan ben, tabiatıyla dikkate alınmamıştım. Bu yazı dikkate alınacak mı? Hiç sanmıyorum.

Peki neden yazıyorum? Çünkü inanıyorum ve iman etmek ümit etmektir biliyorum. Hatta umudunu yitirmek küfürdür, onu da.

Bana kalırsa, devletin çok geç kaldığı bu alanda radikal adımlara ihtiyacı var. Ve bu adımlar, mevzuatın içinde sıkışıp kalmış adamlarla atılacak gibi değil. Kuralların kişiliğine dönüştüğü adamlarla yapılacak iş değil bu. En başta bunu anlamak gerek. İlk adımı da ona göre atmak.

Kültür organik bir serüvendir. Organik olduğu için geçirgen. Geçirgen olduğu kadar hareketli. Bu yüzden herkesten hızlıdır kültür. Kimseye uymaz, herkesi kendine uydurur. Reddedenleri bile kendine uydurur. Nefes aldığınız havada o vardır. Yediğiniz elmada o vardır. İçtiğiniz suda o vardır. Her yerde ve her şeyde ondan biraz vardır. Bunu anlamadan değil devrim, etkinlik bile yapamazsınız. Devlet aklı bunu anlayana kadar, işi ehline tevdi etme geleneğine uyarak kültürü kültür adamlarına teslim etmek gerekir. A’dan Z’ye kültür ve medeniyetin alfabesine hâkim ve bunun uğrunda hadim olacak adamlara teslim etmek gerekir.

Bunun için yetişmiş elemanı var mı bu ülkenin? Var. Yeterli mi? Hayır!

Kimse kendini kandırmasın. Yeterince adamımız yok. Değil kültür, hiçbir alanda yok. Yetişmiş görünenlerin çoğusu, terakki zokasından ve müstemleke mantığından kurtulmuş değil. Kurtulmuş olsa bile bir intikam mangası ahlakıyla züccaciye dükkanına girmiş fil gibi hareket ediyor. Bilgiyi sırtlanan olmaktan çıkıp medeniyet adamına dönüşmenin arefesinde olmayanların sayısı ise azımsanacak gibi değil.

Özetle durum hiç parlak gözükmüyor. Bu karanlıkla kültür devrimini nasıl yapacağız?

İsimleri öğrenen Adem’den (a.s.), isimleri öğreten Hz. Muhammed’e (s.a.v.) nasıl yapıldıysa öyle.

İnsan yetiştireceğiz. Yeise hiç bulaşmadan, her seferinde yeni baştan başlıyormuş gibi ihlasla ve hiç yorulmadan, yoğurarak insan yetiştireceğiz. Kültür ve sanatla ilgili politikaları yeni baştan kurgulayarak ve günü kurtarmaya yönelik reçeteleri rafa kaldırarak köklü, derinlikli projeler üreteceğiz. 5 sene sonrası için değil 50 sene 100 sene sonrası için konuşacağız Don Kişot gibi. Çağı düşünerek değil çağa yeni bir boyut katarak yürüyeceğiz.

Ütopik mi geldi bu cümleler? Hiç de değil. İdealler gerçeklerden daha yakındır çünkü hakikate. Ve “Don Kişot” galiptir tarihin bütününde, “Yunus” (a.s.) peygamber galip. “Frantz Fanon” galip. Kızılderili reisi “Oturan Boğa” (Tatanka Iyotanka) galip. Soluk benizli beyaz adamsa mağlup. Ezeli ve ebedi mağlup.

O vakit bırakalım artık merdiven altı faaliyetleri. Reklam ve şova dönük hareketleri. Kültür meselesini, dünü, bugünü ve yarını içine alan bir gözle ele alalım.

Akademiler kuralım. Marka olarak dünyaya satacağımız akademiler.

Ekoller oluşturalım. Manifestolar eşliğinde meydan okumalara vücut veren ekoller.

Projeler üretelim. Küresel sanat hegemonyasını delecek ve tekerlerine çomak sokacak projeler.

Ve bütün bunları yaparken, ezikliğin iki alamet-i farikası, oryantalizmle oksidentalizme prim vermeyelim.

Ne demişti-k?

“Kültür devrimini yapalım. Gerisi kolay.”