Yönetmen Bilal Alirıza kardeşim’in savaş sebebiyle göç ederek ülkemize yerleşmek zorunda kalan Suriyeli sanatçıları konu alan ve YouTube’de yayınlanan ‘Selam’ belgeselini sanırım birçoğumuz seyrettik.
Belgeselin en can alıcı noktası ve bana dokunan tarafı toplumda Suriyelilerle ilgili oluşan ve gelişen ‘ucuz işçi, dilenci’ algısı ile beraber, birçok sanatçının sanatını Türkiye’de icra edememesinden dolayı Avrupa yolunu tutmasıydı.
Oysa biz ülkemize sığınan Suriyelilere gerçekten bir kardeşlik örneği sergiledik.
Suriyeli kardeşlerimize karşı göstermiş olduğumuz ensar olma ruhu, ümmeti bu coğrafyada inşa edecek ve kardeşliği yeniden yeşertecek bir tohum niteliğindedir.
Çünkü o muhteşem ve mübarek İslam kardeşliğinin aynısı bundan bin beş yüz yıl evvel Medine’de toprağa atılmıştı.
İşte 1500 sene evvelki o tohum bugün Antep, Urfa, Hatay, Ankara, İstanbul’da biçiliyor.
Hiç fark etmez, ha Medine, ha Bağdat, ha Kahire ha Antep.
Hepsi de Biladi-Şam olan tek bir toprak parçasıdır. Bugün Antep’ten ekilen yüzyıl sonra Şam’da biçilir.
Hem Türkiye hükümeti olarak, hem de Türkiye halkı olarak Arap, Kürt, Türkmen, Şii, Sünni demeden tüm Suriyelileri bağrımıza bastık.
Esed rejiminin varlığını savunanları dahi…
Aşımızı, ekmeğimizi, evimizi, paylaştık – paylaşıyoruz.
Başta yardım kuruluşları olmak üzere birçok vakıf, cemaat ve yardımsever, geçen 5 yılda Azez, Halep, Hama, Humus, İdlib, Bab, Tadif, Kobani demeden de orada kalan yardım ulaştırmaya çalıştık.
Değil ala rasivelayn, kalbimiz gönlümüz üzerine dedik.
Evet, onları varil bombalarının altından kurtardık belki ama kazanamadık Suriyelileri maalesef.
Sanatçılarını, sporcularını, aydınlarını, yazarlarını, gazetecilerini, alimlerini, doktorlarını, sanatkarlarını vs, vs…
Birde onların yanında hala muhafaza edilen birçok gelenek ve göreneklerimizi…
Kazanamadık diyorum, çünkü bu topraklar batılı güçler tarafından yapay sınırlarla bölündüğünde bir tarafımız orada kalmıştı.
Burada batılılaşma adı altında bizi biz yapan çok şeyimiz kaybolmuştu, kaybettirilmişti.
Orada ise her şeye rağmen; Osmanlıdan kalan bazı gelenek ve göreneklerimiz hala muhafaza ediliyordu.
İşte “Yeni Türkiye” yolunda bize ait olan bu değerleri alabilirdik / almalıydık.
Toplum olarak devrimle ellerimizden alınan Dünya’nın en derin dili olan Arapçayı Suriyelilerin vesilesiyle tekrar öğrenebilirdik mesela.
Ama aradan 5 sene geçti biz bu ve buna benzer değerleri kazanamadık.
Dahası bu gelenek ve görenekleri Batılaşma üzentimizden dolayı ayıpladık.
Oysa Suriyelilerden alacağımız çok şey var(dı).
Sanatçılarının sanatlarını burada icra etmelerini sağlayabilir ve onların sanatlarından bize düşen payı alabilirdik.
Suriyelilerin alimlerden pekala ilim öğrenebilirdik.
Halepli sanatkârlarından sanatlarını…
Yada Dünya’nın en eski ve köklü Şam tüccarlarından ticaretin sırlarını.
Ama maalesef batıya göre, geride, doğuya göre ise, kendi gibi kalan Suriyelilerin hallerini ciddiye almadık.
Ümmetin inşası için belki de bir fırsattı bu.
Daha çok Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı bu ülkede Arapların da gelenekleriyle gerçek manada bir ümmet mozaiği oluşturabilirdik.
Şimdi guruplar halinde ölümü göze alarak Avrupa’nın sınırlarına dayanıyor Suriyeliler.
Ellerinde kalan son değerlerini gömmeye!
Ben buna “beyin ve kültür göçü” diyorum.
Bakarsınız bu değerlerimizin gitmemesi için de bir adım atarız.
Yaşar Yavuz