“Türkiye’ye müteşekkiriz. Bize en büyük desteği onlar veriyor. Ancak bu yeterli olmuyor; biz zaten Batı’dan bir şey beklemiyoruz. Müslüman ve İsrail’e düşman olduğumuz için ki, bu düşmanlık Esed’in sözde düşmanlığına benzemez, Batı bize asla yardım etmeyecek. Önce Allah’a, sonra Türkiye’ye güveniyoruz” diyordu, Suriye direnişinin kutlu komutanı Abdülkadir Salih ve ekliyordu: “Nasıl ki bizim dedelerimiz İstiklal Savaşı’nda Türkiye’nin yanında oldu, biz de şimdi sizlerden Suriye direnişinin yanında olmanızı bekliyoruz!..”
Ümmetin zillete düçar olduğu coğrafyada başlayan direnişin güçlü bir meşalesiydi Abdülkadir Salih.
Mücahitlere olan merhameti ve Suriye halkına tebessümü ile darağacına çıkan Ömer Muhtarı hatırlatıyordu.
En zor zamanlarda, savaşın en çetin yerinde etrafındaki kardeşlerine tebessüm ederek moral veriyordu.
O sadece bir savaşçı değil aynı zamanda Suriye cihadı için grupları birleştiren, aradaki tefrikaları kaldıran, birlikteliği kendine dert edinen ve Şam topraklarındaki tüm dava sahibi insanları bir araya getirip Kudüs’ü fethedecek orduyu kurma planları yapıyordu.
Emperyalist güçlerin bu coğrafyada çizdiği yapay sınırları kaldırmanın hayalini kurarak savaşıyordu.
Tevhid davasının onurlu bir neferiydi o.
Suriye halkının bir gün yeniden vahiyle buluşacağına inanıyordu.
Defalarca yaralanmasına rağmen cihat meydanını terk etmeyen yürekli bir komutandı.
Abdülkadir Salih, Suriye direnişini farklı taraflara çeken hastalıklı zihniyetlere, “Biz adil bir devlet istiyoruz, barışçıl gösterilerde de bu talepleri rejime ilettik. Fakat karşılığında vahşice saldırılar yaşadık ve halkın üzerine ateşler açıldı. Suriye halkının dramı yeni değil, 40 yıldır aynı dozajda bir sindirme ve sistematik baskı politikası uygulanıyor; ama biz artık buna karşı çıkıyoruz!” cevabını vermişti.
Daha ilk adımını atarken dünyaya ölüme adanan hayatlar, yaşamak için değil yaşatmak bilincini kuşanan şuur sahibi mücahitler, bütün bir kirliliğine, zulüm ve ahlâksızlığına inat dünya denen bu yerden ümitvar olmamız için en büyük sebeplerimizden biridir.
Evet, yakan yıkanları olduğu gibi imarını üstleneler de var dünya denen yerin.
Allah’ın halifesi olmak ideali ile her anlarını fedakarlıkla geçiren, fitne ateşinin üzerine şecaatleri ile yürüyen kutlu kervanın yiğit mücahitleri…
Ne kadar kalabalık olursak olalım, “elde ne var?” sorusuna cevap olarak verilebilecek istisna isimlerden biri idi Abdulkadir Salih.
Bir yıldız gibi parladı ümmetin kararan ufkunda.
Korkuya kapılmadan, yeise düşmeden, sözü dosdoğru söyleyerek ebede, o kendine has gülümsemesi ile Muşat Okulu kampında bir toplantıdayken, Baas ordusu tarafından atılan varil bombasıyla yaralanmış ve getirtildiği Gaziantep’te 17 Kasım 2013’te ruhunu Rabb’ine teslim etti.
Cenazesi 18 Kasım 2013’te Suriye’nin “Maree” beldesinde defnedilirken, onurlu duruşu ise şehadete vurgun özde Suriyelilerin genelde ise tüm ümmetin çocuklarının kalbinde yer edindi.
Ne diyordu Rabbimiz: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.” (Al-i İmran-169)