Suriye’de beklenmedik bir biçimde gerçekleşen devrim iki haftadan fazla bir zamana baliğ oldu.

Birileri hâlâ şokta…

Birileri de devrim yapan unsurların birbirlerine girmesini ve Suriye’nin kan gölüne dönmesini bekliyor…

Hem de dört gözle…

Devrim beklenmedik bir şekilde gelişti ama bundan daha önemlisi, yine beklenmedik bir biçimde ve gayet müspet bir şekilde mesafe katediyor.

Başka bir deyişle ‘tertemiz’ bir rejim değişikliği gerçekleşiyor.

Kaostan ve anarşiden beslenen gruplar için bu durum kelimenin tam manasıyla endişe verici.

Onlar istiyorlar ki oluk oluk kan aksın ve her yer insan cesetleriyle dolup taşsın.

Doğrusunu söylemek gerekirse, dünyanın neresinde olursa olsun bu türden bir rejim değişikliği neticesinde birçok insan ölür ve o ülkede uzun bir süre kargaşa hâkim olur.

Allah’a şükürler olsun ki Suriye’de böyle bir şey vuku bulmadı.

Devrimi yapan unsurların basiretli ve sağduyulu yaklaşımları, ülke bütünündeki hayli farklı yapıları tedirgin etmek bir yana, barış havasına soktu.

‘Tertemiz’ diye nitelememiz de bu yüzden zaten. 

Suriye’deki barış ortamından rahatsız olan ve kan dökülsün isteyen çevreler, devrimcilerin tevessül etmediği bu şeni yöntemi kendileri tetikleme hevesine düştüler.

Bu noktada kullanılmaya müsait iki kesim var.

Her iki kesimin de Türkiye’de ciddi destekçileri var ne yazık ki…

Birisi, Amerikan-İsrail güdümündeki YPG/SDG

Yani PKK’nın Suriye kolu…

Diğeri Nusayriler…

YPG’nin kimler tarafından nasıl desteklendiği herkesin malumu.

Amaçlarına ulaşabilmek için, her türlü ahlaksızlığa teşne olan bu yapı, işleri zora girince gerek Türkiye ile ve gerekse yeni yönetimin etkili simalarıyla diyaloğa girip kendileri için ayrıcalık sağlamaya gayret ettiler.

Öyle ki Kandil bile, “Bizim onlarla bir alakamız yok.” diyerek hedef saptırmaya yeltendi.

Bu apaçık sahtekârlık, Türkiye’nin ve yeni yönetimin kesin tavrı nedeniyle işe yaramayınca bütünüyle Amerika’nın insafına sığınmak zorunda kaldılar.

Trump’ın işbaşına geleceği 20 Ocak’a kadar belirsizlik durumu devam etse de yakın gelecek bu yapının hüsranıyla neticelenecek inşallah.

Sorun çıkarma potansiyeline sahip Nusayrilere gelince…

Türkiye’de bilinen çevreler bu hususta ciddi manipülasyonlara çoktan başladı.

‘Arap Alevileri’ dedikleri bu yapıyı Türkiye’deki ‘Alevlilerle’ eşitlemeye ve hatta özdeşleştirmeye çalışan bir grup var ve amaçları Suriye ile birlikte Türkiye’de de bir kargaşa çıkarabilmek.

Bu yüzden mütemadiyen, ‘Suriye’de katliam var.’ diyorlar ve toplumun sinir uçlarını kaşımaya çalışıyorlar.

Daha dün, Samandağ’da yürüyüş tertipleyerek bu fitne ameliyesini başka bir boyuta taşıdılar.

Ellerinde katliama dair tek bir fotoğraf karesi dahi yok.

Öyle ki yürüyüşü ilan ettikleri afişlerde bile Esed’in 2014 yılında Yermuk Mülteci Kampı’nda yaptığı katliamın fotoğrafını kullanmışlar.

Varın, gerisini siz hesap edin artık.

Bu fitnenin önüne geçebilmenin en kestirme yolu, sahih bir bilgilendirme…

Zira sanıldığı gibi Nusayriler ile Türkiye’deki Aleviler arasında gerçek bir benzerlik kesinlikle söz konusu değildir.

Nusayrilik, itikat olarak İslam’dan ziyade Hristiyanlığa benzer.

Hz. Ali’nin Tanrı olduğuna iman eden bu sapkın anlayış, her ne kadar Kur’an’ı ve Hz. Muhammed’i kabul ediyor olsa bile netice itibarıyla bir şahsı (Hz. Ali) Tanrı sayarak bütünüyle İslâm akidesinin dışına çıkmıştır.

Çok fazla teknik detaya girmeden bu sapkın yapıya dair şu bilgileri sıralayalım;

Nusayrilerin ana kitabı Hasîbî tarafından kaleme alındığı bilinen ve 16 sureden meydana gelen Kitâbü’l-Mecmû’dur.

Eserin “Şehadet” adını taşıyan 11’inci suresinde yer alan; “Ben şehadet ederim ki Ali b. Ebû Tâlib’den başka ilâh, Muhammed Mahmûd’dan başka hicâb, Selmân-ı Fârisî’den başka bab yoktur” biçimindeki şehadet Nusayriliğin temel inancını özetlemektedir.

Esasen Nusayrilik için ‘Arap Aleviliği’ denilmesini 1920 yılında Fransızlar talep etmiş ve böylelikle literatüre bu isimle girmiştir.

Türkiye’deki Alevi inancının, bahsini ettiğimiz bu sapkınlıkla uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığı açık...

Alevileri, siyasi bir hesaplaşmaya alet etmeye çalışan şer güçlerin kötülüğünden korumak için bu tarihî hakikati çok sarih bir biçimde ortaya koymak hepimiz için bir vazife olsa gerektir. Şeytani güçlerin bölgeyi karıştırma projesinin önüne de ancak bu vazifeyi bihakkın ifa ederek geçebiliriz.

Her şeyin doğrusunu Allah bilir…