Suriye’de 13 yıllık zulüm karşısında sabırla örülen bir mücadelenin, yıldırım hızıyla 12 günde Baasçı bir rejimi devirmesi bütün yorumcuları ve analistleri âdeta paralize etmişken ABD ile Avrupa devletlerini de şaşkına uğratmıştı.

Suriye üzerindeki bütün oyun planlarını tasfiye eden şey, hiç kuşku yok ki Türkiye’nin önderlik ettiği oyun planıydı.

Bunu en iyi bilenler de orada 13 yıldır ne olup bittiğini takip eden hatta bizzat süreçlere müdahil olanlardır.

ABD’den gelen, “Türkiye Suriye’deki en güçlü aktör.” açıklamalarına ihtiyatlı yaklaşmakla birlikte temel gerçeklik, Türkiye’nin nasıl bir rol üstlendiğinin muhataplar tarafından çok iyi görüldüğüdür.

Türkiye, uzun ve sabırlı bir planla gelen Suriye devriminin, bütün sancılarından kurtulmadığının da çok farkındadır.

Denklemin dışına itilenler, çok ani gelen hamlenin şaşkınlığını üzerlerinden atar atmaz mutlaka yeni oyun planlarıyla sahaya müdahil olmanın yollarını arayacaklardır.

ABD bir yandan Türkiye’nin başarısını takdir ederken diğer yandan da DEAŞ tiyatrosunu işte bunun için yeniden sahnelemeye çalışıyor.

İsrail terör devletinin, Suriye topraklarına girmesi ve Golan hattını içeriye taşıma çabalarındaki DEAŞ bahanesi de bundan bağımsız değildir.

En başından beri kullanışlı bir aparat olan DEAŞ, PKK-YPG için de hayatta kalmanın garantisi oldu.

Bugün PKK-YPG de bu gerçeğin çok farkında olduğu için kendi militanlarını DEAŞ elbiseleriyle tiyatroya dâhil ediyor.

ABD bir yandan da “YPG’yi oluşturan şartlar değişti.” diyerek yeni koşulları tanımaya dönük mesajlar veriyor.

ABD’nin bu gelgitleri, Suriye’de yeni kurulan iktidarın ve ona mihmandarlık eden Türkiye’nin kararlı tavırlarıyla dengelenecektir.

ABD kesin olarak yenileceğini anladığı bir vekaleti desteklemeyecektir.

Zira yenilen vekil, asılın da yenilgisi olacaktır.

BM antlaşması ya da diğer uluslararası hukuk açısından Suriye bileşenleri içerisinde hiçbir statüsü bulunmayan PKK-YPG ya da SDG’nin, ABD tarafından da daha fazla savunulamayacağı bir noktaya mutlaka ulaşılacaktır.

Bunun için de bir an evvel yeni hükûmetin Suriye’de tesis edilmesi ve üniter bir devlet olarak kendi toprak bütünlüğüne sahip çıkması gerekiyor.

Egemen bir devletin toprak bütünlüğüne müdahale edecek bir tavrın hiçbir devlet tarafından meşru görülemeyeceği de açıktır.

Kaldı ki PKK-YPG, Türkiye için de bir terör örgütüdür ve olası bir müdahale BM Antlaşmasının 51. maddesi çerçevesinde de meşru müdafaa kapsamındadır.

Suriye’de ortaya çıkan yeni tablonun getirdiği umut ve cesaret, PKK-YPG’ye karşı Arap aşiretlerinin ve bölge halkının da direnişini tetiklemiş görünüyor.

Halk nezdinde tutunacak bir tavır bulamayacak olan bu terör örgütünün son çırpınışları da arkasında kim olursa olsun asla fayda vermeyecektir;

Çok güvenilen dağlara kar yağmaya başlamıştır ve yakın zamanda, sıcağı sıcağına gereken de mutlaka yapılacaktır.
Suriye huzurlu bir gelecek istiyorsa ve onu da en başından itibaren sorunsuz kurmak istiyorsa PKK-YPG belasından mutlaka kurtulmak zorundadır.
Türkiye de uzun yıllardır, Baasçı rejim döneminden beri -ki son 13 yıl çok daha tehditkârdı- maruz kaldığı sıkıntılardan ancak PKK’sız bir Suriye ile kurtulabilir.
Türkiye, Irak’ın kuzeyine çöreklenen bela ile ne kadar zamandır mücadele ettiğini iyi biliyor.
En azından Suriye için geç kalınmayacağı ve en başından itibaren sürecin içinde olunacağı açıkça görülmektedir.
PKK-YPG için süreci zamana yaymanın doğuracağı riskleri de öngörerek ellerini çabuk tutmaları gerektiğinin farkındadırlar. 
Allah’ın izni ve yeni sürecin aktörleri sayesinde PKK-YPG’nin sonu çok yakındır…   
Oluşan yeni sürecin doğurduğu sinerji inşa’Allah eksponansiyel olarak ilerleyecek ve bölgenin emperyal direnci artacaktır.
Bu da ABD ve İsrail başta olmak üzere sömürenlerin hüsranı olacaktır…