Suriye’de her şey çok farklı olabilirdi.
Suriye’deki cehennem hayatı, daha da kötü şartlara dönüşebilirdi. Üstelik bu kötü olma hâli Suriye ile sınırlı kalmaz ve Türkiye’ye de sıçrayarak bu toprakları bölmeye kadar gidebilirdi.
Ülkem adına gururlu ve sevinçliyim.
Türkiye uçurumun kenarından döndü.
‘Büyük tehdidi’ etkisizleştirerek dönüştürdü ve iki ülke halkının da fayda sağlayacağı bir konjonktüre evirdi.
Türkiye’nin Suriye meselesinde üç gücü ortaya çıktı.
Genelde güç tanımlarına dair iki esastan bahsedilir. Hard power dedikleri askerî-sert güç, diğeri ise soft power dedikleri yumuşak güç.
Ben, Suriye meselesinin hallinde üç güç alanına vurgu yapacağım.
Birincisi; Türk halkının merhamet ve paylaşım odaklı ‘erdem gücü’dür.
Bu güç sayesinde halkın içinden çıkmış bir lider olarak Recep Tayyip Erdoğan, cehennemin içinden kaçan Suriyelilere güvenli liman olma kararını verdi ve kapıları açtı.
Halkımızın çoğunluğu (istisnalar hariç) muhacirlere ensar olmayı başardı. Misafirperverlik ve paylaşımda Türk halkının erdemi sadece kitaplarda yazılan bir tarif olmaktan çıktı. Bu erdemi 2000’li yıllarda da taşıdığımızı ispat etmiş olduk. Bu tespiti geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiğim Gaziantep ziyareti sonrası, kalbim mutmain bir şekilde kaleme alabiliyorum.
‘ERDEM GÜCÜ’ NE SAĞLADI?
Erdem gücü sayesinde bugün milyonlarca Suriyeli, Türkçe konuşuyor.
Erden gücü sayesinde en az 10 milyon Suriyeli, Türkiye’yi tutkuyla seviyor, minnettarlık duygusu besliyor ve hami olarak görüyor.
İşte bu duyguyu oluşturmak devletler için o kadar zordur ki…
Büyük devletler, soft power adı altında ülkeleri adına sempati toplamak için büyük bütçeli kültürel faaliyetleri hayata geçiriyorlar. Sonuç olarak Türkiye’nin elde ettiği gibi bir kazanım hayal dahi edilemez.
ERDOĞAN DİPLOMASİ VE SAHA GÜCÜNDE ÜLKEYE ÇAĞ ATLATTI
Suriye meselesinde ortaya koyduğum üç güç alanından ikincisini ifade edelim; yerel, bölgesel ve küresel güçleri ikna kabiliyeti ve yönlendirme becerisidir.
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Erdoğan’ın dar ekibinde yer alan Hakan Fidan ve İbrahim Kalın; yerelde muhalif adıyla bilinen, birbirinden farklı fraksiyonları ve aşiretleri birlik olmak ve rejime yönelik hamle yapmak adına aynı potada buluşturdu.
Bu buluşturma hiç şüphesiz çok çetin bir işti. On yıllardır emperyalistlerin bir tuzağıydı bu farklılıklar… Farklılıkları değil, benzerlikleri öne çıkarabilmek müthiş büyük bir iştir.
Muhaliflerin birlik hâline gelmesiyle birlikte bu birlik hâlinin, Türkiye ekseninde kalmasını sağlamak Anadolu tabiriyle dev işidir.
Son aşama olarak tüm becerilerin, tüm başarıların diplomasi yeteneğiyle uluslararası arenada en doğru politikalarla ifade edilmesi ve korunmasını sağlamak ise konunun en kritik önemi haiz hususlarındandır. Bu husus da en pürüzsüz biçimde hayat bulmuştur.
İşte tüm bu süreçler, ikinci güç alanı olarak tarihe geçmiştir.
SERT GÜÇTE DESTANSI İVME
Son 20 yılda ülkemizin sessiz devrimlerinden olan yerli savunma sanayisindeki hamleler sadece Türkiye için değil, Suriye için de “büyük barış yolunun” açılmasında en önemli başarılardandır.
Bu gücün Türk Silahlı Kuvvetlerini şahlandırması gururumuzdur.
Buna eklemlenen diğer bir gelişme ise TSK’nın kabiliyetlerinin Suriye Millî Ordusu’na (SMO) aktarılması olmuştur. Bu aktarımın başarılması da tarihîdir.
Suriye arenasında, TSK mihmandarlığında SMO etkinliği bariz biçimde bilinmektedir.
Bir de bu duruma rejimi deviren muhalif grupların yönlendirilmesi başarısını da eklersek işte o zaman Türkiye’nin sert gücünün nerelere kadar uzandığını tam olarak ifade etmiş oluruz.
Yazdıklarımız, yazmadıklarımızdan çok!
Devletimiz şu an bilinmesi gereken kadarını ifade ediyor.
Bilinmeyenler, önümüzdeki beş yıl içinde anlatılmaya başlanacaktır diye düşünüyorum.
Yaşasın Türkiye, yaşasın tüm mazlum halklar.