Komplo teorilerine prim vermem. Belki de bu nedenle 11 Eylül saldırılarını El Kaide’nin yaptığına inanmadığım gibi Paris saldırılarını da IŞİD’in yaptığına inanmıyorum. Ama bu iki sansasyonel olayı da iştahla sahiplenmelerinden dolayı, El Kaide’nin de IŞİD’in de İslam’a ve Müslümanlara zerre miktarı faydası dokunmayan bu tarz katliamlara yaklaşım tarzı, ümmet olarak son 40 yıldır yaşadığımız travmanın en net göstereni olarak duruyor karşımızda. Afganistan’ın o zamanların Sovyet Rusya’sı tarafından işgali ile başlayan süreçte, “küresel cihat” başlığı altında hayata geçirilen yeni savaş taktiğinin ümmete neler kazandırıp neler kaybettirdiğinin analizinin iyi yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Peygamber Efendimiz’in (SAV) vefatının ardından bugünlere kadar nice badireler atlatan ümmet, son 40 yıldır amansız bir iç savaşa ve travmaya maruz kalmış durumda. İpi kopmuş, imamesi kaybolmuş tespih taneleri gibi ortalığa saçılmış vaziyetteyiz. Yetkin, ehil, mübarek bir halifenin yokluğunda ümmet, kafası koparılmış ve ortalığa salınmış tavuk misali çırpındıkça çırpınıyor, koştukça kan kaybediyor, kaçtıkça takati tükeniyor, etrafa kan sıçratıp yavaş yavaş ölüyor… Hasbelkader bir savaşa dâhil olmuş Müslümanın, düşmanına karşı nasıl davranması gerektiğini ayan beyan ortaya koyan peygamberin ümmeti, bugünlerde katliamla, cinayetle, korkuyla, şiddetle, acımasızlıkla anılır oldu. Cebinde parası olup eline silah alanın örgüt kurduğu, kafasına göre hareket ettiği, merhametten ve adaletten nasipsiz bir şekilde savaştığı bu ortamda, sapla samanı nasıl ayıracağız? İslam’ın bizden istediği tarzda nasıl savaşacağız? Kimlere mücahit deyip, kimleri şarlatan sayacağız? Bilmiyoruz…

Cennet mekân Hasan El Benna, Ömer Muhtar, Alija İzzetbegoviç, Abdulkadir Salih gibi tertemiz öncüler tarafından hayata geçirilen savaş/ mücadele usulünden uzaklaştıkça, yaptığımız işin, attığımız adımın, verdiğimiz mücadelenin bereketi de kaçıyor. Ortalık, İslam adına katliam yapan, mazlumlar adına vahşete imza atan, Kur’an namına cinayet işleyen karanlık kişilere kalıyor. Dimyat’a pirinç almaya gitmek için yolan çıktıklarını söyleyen bu adamlar yüzünden evimizdeki bulgurdan oluyoruz. Elbette ki Allah bizleri seferden sorumlu tutuyor, zaferden değil, ancak ne yazık ki yapılan bu eylemlerin hiçbirine gönül rahatlığıyla “sefer” diyemiyoruz.

11 Eylül’den sonra Irak ve Afganistan başta olmak üzere, dünya Müslümanlarına ödetilen bedel ortada. Amerika’dan Çin’e, Avrupa’dan Afrika’ya kadar Müslümanlara yaşatılan travma ortada. Zaten diken üstünde yaşayan azınlıktaki Müslümanlar, Paris saldırılarından sonra daha bir zor durumda kalacak. Bu saldırılar görüldüğü kadarıyla önce mültecileri vurdu. Güç bela sınırları aşıp hayatta kalma mücadelesi veriyorlardı, ama artık her yer onlar için cehennem olacak. Vatanlarından uzakta, hayat daha bir çekilmez olacak. Bulundukları ülkelerde göz hapsinde yaşayan Müslüman azınlıkların hayatı da daha bir çekilmez hal alacak.

Afgan cihadının ardından tedavüle sokulan “küresel cihat” argümanını acilen sorgulamalıyız. Bu afili kavramın ümmetin sırtına yüklediği vebali tartışmalıyız.