İki kutuplu dünyanın sona ermesinin ardından, yani Batı’nın karşısında komünizmin bir tehdit olarak yer almayacağının anlaşılması sonrası hedefe İslam/ Müslümanlar yerleştirildi. Ve bu durum açık açık dile getirildi, İslam ülkelerinin geleceğine dair geniş projeksiyonlu haritalar çizilmeye başlandı. Neticesinde İslam dünyası, bir travma ve krizin içerisine hapsoldu. Neredeyse son 40 yılını krizler, savaşlar ve travmalarla sarsılmış bir halde geçiren İslam dünyasını bu duruma iten üç ana sebep olduğunu düşünüyorum.
Travmanın ilkini, Sovyet Rusya’nın Afganistan’ı işgali ile yaşadı İslam dünyası. İslam ülkelerinin birbiri ardına bağımsızlığına kavuştuğu bir zaman diliminin hemen sonrasında gerçekleşen bu işgal, cihat kavramının İslam dünyasında yeniden neşvü nema bulmasını sağladı. Ancak işin içerisine Amerika’nın dolaylı da olsa desteği girince, bereketi kaçmış bir mücadele kaldı geriye. Vatan savunmasının yerini “küresel cihat” olarak sistemleştirilen, İslam’ın kabullenmediği yöntemlerin kullanıldığı bir savaş taktiği aldı. Bunun neticesinde El Kaide’den IŞİD’e kadar onlarca eli kanlı terör örgütü peydahlandı. İslam adına hareket ettiğini iddia eden bu örgütler, ortaya koydukları tekfirci duruş ve vahşeti öne çıkaran performanslarıyla Selçuklu/ Osmanlı’nın koruması altında gürbüzleşen ehl-i sünnet omurganın çatırdamasına, ümmet bilincinin zedelenmesine, mutedil ve vasat İslami hareketlerin geri planda kalmasına neden oldular.
İslam dünyası ikinci büyük travmayı, 11 Eylül 2001’de Amerika’daki ikiz kulelere gerçekleştirilen saldırılar sonrası yaşadı. Amerika’ya ders verme niyeti ile El Kaide tarafından yapılan bu saldırılar neticesinde, başta Afganistan ve Irak olmak üzere onlarca İslam ülkesi tarumar edildi. İslam dünyasının sınırları dışında yaşayan Müslümanlar için de zor zamanlar başlamış oldu. 11 Eylül sonrasında İslam dünyası, küresel bir 28 Şubat’ın hüküm sürdüğü zorbalık çağına girdi. Bu zorbalık çağının perdesi, Arap Baharı ile yırtılmaya teşebbüs edildi, ancak ne yazık ki bunda başarılı olunamadı.
İslam dünyası üçüncü büyük travmayı, Arap Baharı’nın kışa döndürülmesi sonucu yaşadı. Özellikle Erdoğan’ın 2009’daki One Munite çıkışı, 2010’daki Mavi Marmara destanı ve 2011’de Tunus’ta başlayıp tüm bölge ülkelerini etkisi altına alan halk devrimleri ile doruk noktasına ulaşan İslam dünyasındaki yenilenme ve ayağa kalkma bilinci, önce Mısır’da askeri darbe ile bastırıldı, ardından da Suriye’de İran, Hizbullah, Rusya üçlüsünce vahşi bir şekilde katledildi. İslam dünyası, Arap Baharı ile yeniden kendi benliğine kavuşmanın hayalini kurarken, Gazze’yi, Kudüs’ü kurtarma planları yaparken; Kahire’yi, Şam’ı kaybetmenin, en temel haklarının gasp edilmesinin ve yeniden ellerine kelepçe takılmasının travmasını yaşadı.
İslam dünyası son 40 yılda birçok badireden geçti; ancak Afganistan’ın işgali, 11 Eylül saldırıları ve Arap Baharı’nın boğulmasının etkilerinden kurtulamadı. Bugünkü içe kapanık, saldırgan, özgüvensiz, travmatik halimizin kökeninde işte bunlar var. Önce hastalığımızın kaynağını bileceğiz, ardından da bunun tedavi yollarını araştıracağız.