Ortaokul ve lise yıllarında tarih derslerinde sıkça işlenen konulardan biriydi Mütareke Basını. Mondros Mütarekesi zamanında Milli Mücadele aleyhinde yayın yapan basın için kullanılırdı bu terkip ve bir anlamda tam bağımsız, özgür, güçlü, kendi başına hareket eden bir devlet olmaktansa, büyük devletlerin boyunduruğu altında küçük, butik, kendi halinde, etliye sütlüye karışmayan sıradan bir devlet olmayı savunanları isimlendirirdi. Manşetlerinde, köşelerinde, sayfalarında Milli Mücadele’ye salvoları eksik olmazdı.
Aradan 97 yıl geçti. Köprünün altından çok sular aktı. O zamanın Mütareke Basını içerisinde yer alan isimlerin hiçbirisi şimdi hayatta değil. Hangi saiklerle Milli Mücadele’ye karşı çıktıklarını, gelinen aşamada bundan pişmanlık duyup duymadıklarını bilmiyoruz. Sonuçta Osmanlı yıkıldı ve yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Ancak, bu yeni devlet tek parti rejimi, askeri müdahaleler, dışa bağımlı siyaset ve siyaseti kilitleyen bürokrasi, terör belası gibi birçok etmen tarafından neredeyse kendi ayakları üzerinde durmasına müsaade edilmeyen, sıradan, etkisiz, korkak, vatandaşıyla kavgalı, soğuk bir devlet olarak yaşam sürüyordu ki, 2002’de AK Parti iktidarı ile birlikte bu makûs talih değişmeye başladı. 2009 Davos’taki One Minute çıkışı, 2010’da Mavi Marmara destanı, 2011’de bölgemizdeki halk devrimlerine destek çıkılması, Ergenekon ve Paralel Devlet Yapılanması temizliği ile vesayet odaklarının kurutulması neticesinde Türkiye Cumhuriyeti, kendi ayakları üzerinde duran, kendi kararını kendi alan, cesur, vatandaşıyla barışık, güçlü bir devlet olma yolunda önemli mesafeler katetti. Kimi zaman sendelese de, bu yolda yürümeye azmetmiş bir devlet var şu anda.
Ve bu durumdan rahatsız olanlar, eski mutlu günlerine dönmek için eski Türkiye’ye özlem duyanlar, vesayetlerinin kırılmasından dolayı ajanlık, muhbirlik, ispiyonculuk, bedduacılık yapanlar, manşetlerinden, köşelerinden, sayfalarından Yeni Türkiye’ye ateş edenler de var. Onların tek derdi; bu ülkenin o eski karanlık günlere geri dönmesini sağlamak. Bu uğurda Türkiye’yi ateşe atmaktan çekinmeyecek kadar da gözlerini hırs bürümüş durumda. İşte, en son, yüzde yüz haklı bir gerekçeyle Rus uçağının düşürülmesi ile bu karanlık tetikçilerin gerçek yüzünü bir kez daha görmüş olduk. Bu ülkenin uçağı düşmüş gibi üzülen, sınırımızı ihlal etmesi bir yana, Türkmenlere bomba yağdıran bir uçağın düşürülmüş olmasını hazmedemeyen bu karanlık kişiler, Allah muhafaza çıkacak bir savaşta Rusya’nın yanında yer almaktan gocunmayacaklarını cümle âleme göstermiş oldular. Bunların gazetelerine, televizyonlarına, dergilerine, internet sitelerine baktığımızda 100 yıl öncesinden isimlerinin Mütareke Basını olarak konduğunu görürüz. Evet, bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsız olmasını istemeyen, yabancı devletlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin iç işlerine müdahalesine ve hükümetin bu duruma tepkisiz kalmasına alışkın, köle ruhlu, pespaye kılıklı, satılmış vatan hainleridir. Bu iş, basın özgürlüğü sosu ile sulandırılamaz. Bu iş, çok seslilik masalı ile hoş görülemez. Bu iş, dördüncü güç medya palavrası ile savsaklanamaz. Bu iş, halkın haber alma hakkı martavalı ile perdelenemez. Hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti’ni bu kutlu mücadelesinden alıkoyamaz…
Bu satırları yazarken sosyal medyadan Can Dündar’ın tutuklandığı haberini okuyorum. Tevafuk diye buna derim işte…