Kardeş olabilmek bu topraklar üzerinde yaşayanlar için, “Ey Allah’ın kulları kardeş olun!”çağrısıyla seslenen bir Peygamberin çağrısına uymak demektir…
Bu duygu hâlâ çok güçlü bir şekilde karşılık bulduğu için kendi ayakları üzerinde duran ve bağımsızlığını koruyan, etrafındaki ya da uzak diyarlardaki yoksul ve zorda kalmışlara yardım
eden bir toplum olarak, Batı zihniyetine karşı arz-ı endam ediyoruz…
Fakat aynı anda, ciddi bir kardeşlik testi anlamına gelen “siyaset meydanında kardeşlik” durumuyla da yüzleşmek zorundayız…
Örf ya da inanç kalıplarının içerisinde mütalaa edilemeyecek ve en yüksek ego seviyesinde ilişkilerin kıskacında ilerleyen bu “kardeşlik” biçimi, kavga ve çekişmeye davetkâr bir haldedir…
Siyaset meydanında ki kardeşliği kavga ve çekişmeye davetkâr kılan, modern siyaset biçimin kendisidir…
İktidara gelebilmenin yolunu polemiklere, yalan söylemeye ve kardeşini kötülemeye açık hale getiren bu Batı tarzı siyaset, iktidar kavgalarının sahasını çok daha genişletmiştir…
Oysa geleneksel siyaset anlayışımız devletin ve milletin bekası için, kardeşi için en iyisini istemek üzerine kuruludur…
Devleti yıkmak değil onarmaktır esas olan…
Nasihatnâmeler, İslâm dininin nasihat dini olduğunu vurgulayan âyet ve hadisler ışığında yazıldı…
Usulünce uyarmak, eksik olanı telafi etmek, aynı toplumun fertleri için en olması gereken şeydir çünkü…
Lakin Batı’ya ait olanı olduğu gibi iktibas etmenin yol açtığı “doku uyuşmazlığı” sebebiyle, nasihatin yerini yermek ve ötekileştirmek aldı…
Acı da olsa “iktidar şerbeti”inden içebilmek adına her türlü değer, hırsa kurban edilmeye başladı…
“Ben gelmedim kavga için, benim işim sevgi için. Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim”diyen Yunus Emre’yi yetiştirmiş bu topraklar ve onun iklimi asla bugün yaşananların
müsebbibi olamaz…
Aynı paradigmanın-sırf iktidar olabilmek adına- kendi ülkesine “darbe” yapmak isteyecek ya da dış düşmanlarla iş tutacak bir zihniyeti inşa etmesi mümkün değildir…
Kuşku yok ki çok derin bir zihinsel kırılma yaşıyoruz; hem de içimizden bazılarını bünyeden koparacak kudrette…
İnsan bir kere kendi iktidar arzusunun esiri olmaya görsün, artık onu kontrol altına almak son derece zordur…
Çünkü doğası gereği sürekli bir büyüme arzusu içerisinde ilerler…
Hep daha fazlasını kontrol altına alma isteği ile ancak ayakta kalınabileceği dürtüsü gittikçe güçlenmeye başlar…
İktidarın iktidarsızlığına sebep olmak adına girişilenlerin bugünkü seyri vicdanları sızlatma seviyesine ulaşmış durumda…
Siyaset meydanının onur ve izzetine saldıran, devletin saygınlığına halel getiren bu yalan ve iftira müzmin bir hale dönüşmemeli…
Yalan yine bu topraklar için asla kabul görmeyecek bir şeydir…
“Kötülüklerin anası, manevi hastalık ve en önemlisi de büyük bir günah” olarak görülen yalanın hiçbir noktada meşrulaştırılması söz konusu olmaz…
Lakin “siyaseten yalan” için oluşturulan belirli bir toleransı müşahede etmek son derece üzücü ve endişe vericidir…
Açık delillerle ispatlanmış yalanların sahipleri, hiçbir arlanma emaresi gösterme gereği dahi duymadan ve bu toleransa sığınarak kaldıkları yerden işlerine devam edebiliyorlar…
Oysa normal olana göre bu şahısların artık hiçbir itibarının olamaması gerekir…
Söyledikleri her şeyin bir ihtiyata tabi olması, samimi olanların tekrar aldanmaması adına son derece önemlidir…
Çünkü kardeşlik kavga ve yalan üzerinde yaşayamaz…