Savaşlar küresel krizlerin en belirleyici özelliklerini taşır. Bir diğer ifadeyle ekonomik krizlerin tetikleyicisi savaşlardır.
Bugün devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, İsrail’in Gazze başta olmak üzere Filistin topraklarında giriştiği soykırım, Avrupa bölgesinde aşırı sağcıların yükselişi, Afrika ülkelerindeki iç çatışmalar ve istikrarsızlık, başlaması an meselesi olarak değerlendirilen Çin-Tayvan çatışması dünya piyasalarında ciddi bir savaş baskısı oluşturuyor.
Hem bölgesel hem küresel savaş tehditleri ekonomik krizleri tetikliyor, ortaya çıkan ekonomik krizler de tarımsal piyasalara ve gıda dünyasına olumsuz anlamda etki ediyor.
Krizlerin olumlu veya olumsuz etkisi; bir ülkenin üretimi, tüketimi, ihracatı, ithalatı ve dış ticaret dengesi ile yani kısaca döviz gelir ve gideriyle alakalı bir durumdur.
Türkiye özelinde olaya baktığımız zaman avantajlı olduğumuz bütün ürün ve hizmetlerden sağlanan döviz gelirleriyle, bu krizi avantaja dönüştürmemiz olası bir durumdur.
Peki ya avantajlı olmadığımız sektörler? Avantajlı olmadığımız ve ithalatı yapılan mal ve hizmetlerde ise tersi durum söz konusudur. Dolayısıyla dövizde yaşanan fiyat artışları oranında, dışarıdan alınan mal ve hizmetlerde fiyat artışı anlamında olumsuz etkileneceğimiz ortadadır.
Tarımsal ürünlerde de benzer etki söz konusudur.
Döviz kurlarının yatay seyri bir anlamda ithalat yapan firmalara avantaj sağlamaktadır ama ihracat yapan firmalar için de tersi durum söz konusudur.
Peki, tarımsal ürünlerden bakliyat sektörü bu durumdan nasıl etkilenmektedir?
Bakliyat ve pirinçte, dünyada yaşanan kuraklık faktörü de dikkate alındığında; özellikle bu ürünlerde üretim avantajına sahip ülkeler ciddi kazanımlar elde edecektir.
Ülkemizde pirinç üretimi, kuraklık faktörüne rağmen, geçmiş yıllara nazaran her yıl artış göstermekte ve yurt dışından ithal ettiğimiz miktar azalmaktadır. Yıllık pirinç üretimimiz yaklaşık 600 bin ton civarında ve tüketimimiz de yaklaşık 650 bin ton civarındadır. Dolayısıyla aradaki küçük tüketim farkı yurt dışından ithal edilmektedir.
Kırmızı mercimekte ortalama üretimimiz 450 bin ton civarında ve tüketimimiz de yaklaşık 250 bin ton civarında tahmin edilmekte; tüketim fazlamızı da ihraç etmekteyiz.
Kırmızı mercimeğin yoğun olarak üretildiği Güneydoğu Anadolu Bölgesi kuraklıktan çok önemli bir şekilde etkilendiği için bu sene özelinde, geçmiş yıllara nazaran ciddi üretim kaybı olacağı öngörülüyor.
Yeşil mercimekte de maalesef benzer durum söz konusu. Bu üründeki üretimimizin 45 bin ton civarında olduğu tahmin edilmekte, tüketim farkı da ithalatla karşılanmakta.
Nohut üretimimizin yaklaşık 650 bin ton civarında olduğu tahmin edilmekte ve sadece bu üründe hiçbir sıkıntı yaşamadığımızı söylemek mümkün.
Beyaz fasulye ve barbunyada da yaklaşık üretimimizin 235 ila 300 bin ton civarında olduğu söylenmekte. Tüketimimizin de yaklaşık 250 bin ton civarında olduğu tahmin edildiğinde kendi kendimize yetecek durumdayız.
Ülkemizde, beslenmede ağırlıklı olarak buğdaya dayalı ürünler kullanılmakta. Bu anlamda buğday üretimi ülkemiz açısından çok önemli bir durum arz etmekte.
Türkiye’de buğday üretiminin yaklaşık 22 milyon ton civarında olduğu söylenmekte. Bakliyat sektöründe satılan bulgurun ham maddesi de buğday. Buğday üretiminde şimdilik sorun yaşamadığımız için bulgurda da sorun yaşanmamakta.
Yukarıdaki sıraladığımız tarımsal ürünlerden; tüketimimiz için kalan miktarları dışarıdan karşıladığımız ürünlerin fiyatları, dövizde yaşanan dengesiz dalgalanmalar nedeniyle tüketicilerimize yüksek şekilde yansıyacaktır.
Dövizdeki stabil seyre bağlı olarak bugün nohutta ve bulgurda fiyat artışı yaşanmayacağı öngörülmekle birlikte, kırmızı mercimekte ciddi artışlar bekleniyor.
Şunu asla unutmamalıyız!
Türkiye çok önemli bir coğrafi konuma ve doğal kaynaklara sahip.
Küresel kriz süreçlerinde ülkemizin etkilenme şekli insanımızın ortak çabası, çalışması, birlikte hareket etme becerisi ve girişimlerle direkt ilişkili bir durumdur.
Eğer sahip olduğumuz kaynakları doğru ve verimli bir şekilde kullanırsak küresel krizleri, küresel fırsatlara dönüştürebileceğimizi düşünüyorum.
Dolayısıyla üretmek ana hedefimiz olmalıdır.