Tahammül etmeye mecbur değilim hiç. Sadece sabrediyorum…

Onlarca söz işitiyorum kâri, benimle ya da bizimle ilgili. “Biz” derken hepimizden bahsediyorum, senden, benden, bize benzeyenlerden… Hoş diğerlerinden bir beklentim de yok aslında. “Onlar ne düşünüyorlar acaba?” diye bile merak etmiyorum. Zihnimde bir yeri işgal etmelerine bile razı değilim. Sadece saygı duysunlar istiyor ve bunu bekliyorum. Lakin biliyorum ki beyhude… Zira onlar bizim inandıklarımıza saygı duymadıkça ve biz saygı duydukça onlara içlerinde oldukları çukuru kazıp da daha derine iniyorlar. Küçülüyorlar, alçalıyorlar, yok oluyorlar ama bilmiyorlar. Biri çıkıp anama, bacıma, eşime, kardeşime benzeyen ve itikadımca da kardeşim olanlara hakaret etmeyi bir gurur sayıyor kendine. Öteki kutsal diye bildiklerime sövüp saymayı kendinde hak görüyor. Yekdiğeri bilmem hangi denizin hemen yamacında olan koca evinde oturup da Anadolu’nun ücra bir köyünde kerpiç bir evde yaşayanları hakir görüyor.  Tahammül güzel şeydir, biliyorum kâri. Ama inan sabır daha iyidir tahammülden.

Şimdi bu yazıyı belki de birkaç gün evvel yazmış olmalıydım ve sana tahammülümü zorlayan, sabır taşımı parçalayan onca şeyi sıralamalıydım. Lakin yapmadım bunu, bekledim. Ve beklersem geçer sandım içimdeki sızı. Ama geçmedi. Ben bıktım ve usandım kâri. Tahammül ediyor olmaktan ve edebiliyor olmaktan gerçekten bıktım. Birileri çıkıp da mukaddesata sövdükçe, ecdadımı diline dolayıp da ağzından köpükler döktükçe ve birer sütun gibi duran yadigârlarına içindeki tüm pisliği döktükçe tahammül denen sırrı bir kenara koymak istiyorum. Ve yeminle ben inan ki sırf yaratılmış oldukları için bile onlara saygı duyuyorum.

Şimdiye değin yazdıklarım bundan sonrakileri söylemek içindi. Dinle kâri, dinle ki biliyorum senin de sineni aynı ateşin yaktığını. Ve dilinin ucuna kadar gelse de söyleyeceklerini sakladığını biliyorum.

Ölüm herkesin başında kâri. Ölüm ölmez ve öldüremez kimse onu. O ki bir şey var olmuştur o vakit mecburdur yok olmaya. Bu dünya yokluk dünyasıdır. Var dediğin de yoktur ve yok olacaktır. Sen de, ben de, biz de ve onlar da… Ama bazıları ölseler de diridirler. Hakikat şem’ini bir kez olsa yakmış olanlardan bahsediyorum. Gökte parlayan yıldızların nuru gibi önümüze ışık tutanlardan, bir nefesçik bile olsa bu âlemde almışsa Allah için alanlardan ve o yolda bu canı yine O’na sunanlardan bahsediyorum. Onları hatırlamak için biz ne öldükleri tarihi hatırlamayı bekleriz, ne de sırf o vakitte gidip de mezarlarına güller dökeriz. Ne heykellerini dilmeye gayret eder ne de varsa o heykellerin önünde selam durur bekleriz. Biz gerçek manada özleriz onları. Başımız sadece secdede eğilir diye biliriz ya biz. İşte sadece orada eğeriz. Bizim gülümüz duadır ve ne vakit gelse aklımıza onlar ve biz her nerede olursak olalım dua sırrında bir nazar ederiz onlara. Aklımıza ilk gelen bir dua göndermektir. Ölmeyen ölülerdir onlar. Anlıyorsun değil mi kimlerden bahsettiğimi? Anlıyorsun, biliyorum.

Ve bir de ölmesi gereken ölüler vardır kâri. Hatta öldürülmesi gereken ölüler. Bir put gibi karşımızda duran ve “öldü” diyene bile hesap sorulan ölüler. Onlar yaşarken de ölüydü inan. Ve onlar hatırına getirmez bir dua göndermeyi onlara. Ya da nasip olmaz diyelim. Zira yaşamak dediğin benim itikadıma göre bir dava uğrunda yaşamaktır. O uğurda ölenler zaten ölmemiştir bilirsin. Diğerleri mi? Onlar yaşadılar mı ki!…