Bazı zamanlarda yazı yazmak zor iş. En azından benim için. Gündemi takip etmek, gündem üzerine yazılar yazmak ve bir şeyler söylemek zorunda olduğunu hissediyor insan. Ya da -bence öyle olmamalıysa da- bu şekilde yerleşmiş ve böylece devam eden bir kanaat var. İnsanlar sizden böyle bir şey yazmanızı bekliyor hatta yazmadığınızda kızıyorlar. Tuhaf!

Şimdi de benim için ve benim gibi olanlar için öyle zor bir zaman. Zira siyasetten oldukça kaçınmaya çalıştım ve çalışıyorum. Ama bu kadar siyasi gündeme boğulmuşken istese de istemese de kendini o halin içinde buluyor insan. Aslında şöyle; ilmî olarak siyaseti konuşacak kadar çok bilgim yok -açıkçası çok fazla bunu yapan da yok- sadece slogan savurarak ve kavga eder gibi siyaset konuşacak kadar da cahil değilim. Bunun yanında ve elbette bir siyasi fikrim, tavrım ve yerim var ve bu bir sır da değil. Ama maalesef ki memlekette siyasi fikirlerden çok birbirini iten, söven, dışlayan, bağıran, soytarılık yapan birkaç sayfa yazı yazdığı için de iki günde adı “yazar” olan adamların söyledikleri konuşuluyor. (Ve eğer ortada bir hezimet varsa bunda da bu adamların, yani bir fikri olmayan, olamayan sadece enteresan şekilde bağırıp çağıran, yaranmak, yer bulmak için bin takla atan ve tuhaf ama gerçekten de kendine yer bulan sonra hemen ismi “gazeteci-yazar”, “televizyon programcısı”, “aktivist” falan olanların payı hiç de az değil.) Onun için ve mümkün olduğunca meselenin insani, kültürel ve istidadım yettiğince fikri tarafını konuşmaya gayret ettim, ediyorum. Elbette bence, bana göre ve bana kadar olanını…

Şöyle bir kıssa anlatır eskiler. Söz elbette meclisten dışarı hikâye böyle olduğundan ve böyle anlatıldığından olduğu gibi alıyorum.

“Çölde yaşayan bir bedevi ve ailesinin, bir horozu, bir köpeği ve bir de merkebi vardı. Horoz, sabahları öter, onları namaza uyandırır. Bir gün tilki, horozu alıp götürür. Çoluk çocuğu üzülür. Bedevi, hakkımızda belki bu hayırlıdır diyerek onları teselli eder. Bir kurt, yüklerini taşıyan merkebini parçalar. Bedevi, üzülen çoluk çocuğunu yine, belki hakkımızda hayırlısı budur diyerek teselli eder. Bir müddet sonra kendilerine bekçilik eden köpekleri de ölür. Bedevi yine ailesini teselli eder.

Bir sabah, ilerideki birkaç çadırda yaşayanlar, esir alınarak götürülür. Hayvanlarının sesleri, merkep anırması, horoz ötmesi ve köpek havlaması, çadırda yaşayanları ele verir. Bedevinin hayvanları olmadığı için, onların varlığından haberdar olamazlar.”

Hasılı, babama verdiğim sözü mümkün olduğunca tutarak elimden geldiğince siyaset yazmadan meseleyi ancak böyle anlatabiliyorum. İşin insana, kültüre ve gönle dokunan tarafından uzak kalıp da sadece gündem olan prim yapan tarafına bakanların yazdıklarının ve söylediklerinin dışında bir şeyler söylemeye çalıştım. Ve bence en önemli ve diğer bütün hepsine de sirayet eden işte tam da burası.

Ve elbette hadis-i şerifte dendiği gibi “olan hayırlıdır”

Seçim sonuçları vatana, millete, memlekete hayırlı olur inşallah.