Mutluluk sıralamasında ikinci olan Danimarka, intihar oranında da ikinciliği elinde bulunduruyormuş. Yakınlarımı ziyaret amacıyla gittiğim Danimarka’da bir dost meclisinde metro istasyonlarında raylara atlayarak intihar olaylarının sıklığı ve aksayan trafik gündeme gelmişti.

Norveç’e ziyaretimde bu ülkedeen önemli bir gündemin psikolojik sıkıntılar ve bunalımlar olduğunu dinlemiştim. Hâlbuki Norveç Danimarka’ya göre iki kat daha refah seviyesine sahip bir ülkeydi.

İsveç’tebenzer sıkıntıların yaygın olduğunu anlatmıştı orada yaşayan bir arkadaşım. Japonya’da durum nasıl diye baktım. Orada intihar oranları diğer birçok sanayileşmiş ülkelere kıyasla daha yüksekti.

Maddi refah seviyesi Dünyada en ileri ülkelerin manevi huzursuzlukta böyle en önde olması nasıl açıklanabilir diye kendi kendime cevap bulmaya çalışıyordum. Cennet gibi güzel hayatı kendimize cehennem haline getirmemizin kaynağı ne olabilirdi?

Adamlar refah içerisinde yüzüyor. Envaı türlü zevkleri tadıyorlar. Uyuşturucu ve aşırı alkol… Karışan edenleri yok, cinsellik zaten erken yaşlarda başlıyor, canları neyi çekiyorsa istediği herşeyi yapmaları serbest. Mutluluğun zirvesindeler görünüşte. Ama gün geliyor boğaza birilmik atıyor yada kafaya bir mermi sıkıyor.Yahut haplarlaherşeye elvedâ diyor.

“Mutlu ülkeler listesi”, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın her yıl yayınladığı “mutluluk raporu”nun bir bölümüdür. Rapor Dünya Sağlık Örgütü’nün işbirliği ile hazırlanır ve bu ülkeler mutluluk listesinde en öne sıralarda yer alır.*

Sanırsınızki bu ülkenin insanları mutluluktan uçuyorlar. Sevsinler sizin listenizi. İnsanları kandırmaya devam edin bakalım.

Yanlışlık nerede peki? Kendisini muhteşem bir fabrika ve sistemler bütünü olarak Yaratanın ne dediğini dikkate alıyor mu insanoğlu? Basit bir aletin bile kullanım kılavuzu var. Yapan bilir, bilen konuşur. Elbette insanı Yaratan, elçileri (peygamberler) yolu ile “kullanım kılavuzlarını” da göndermiş.

Şöyle bir kafamızı kaldırıp da Yaradan bizden ne istiyor diye bakıyor muyuz?

Kur’an-ı Kerim diyorki:

“Kalpler ancak Allah’ı tanımakla, onu anmakla huzur bulabilir.” (Rad -28).

“İlahi Programa” uygun hareket etmiyorsa insanoğlu, “işletim sistemi” olan“fabrika ayarları” bozulacaktı. O bozulma insanda huzursuzlar ve bunalımlar şeklinde kendini gösterecekti.

Hayvanlar gibi değiliz. Bir robot gibi de değiliz. Hayvanlardan ayrılan en bariz bir yanımız özgür irademiz. Hayvanlar kendilerine tayin edilen program dahilinde hareket etmek zorundalar. Oysa biz kendi yolumuzu kendimiz tayin ediyoruz. O yüzden tercihlerimizden sorumluyuz.

Bunca tedbire rağmen aile hayatı bitiyor; uyuşturucu ve alkol kullanımı had safhaya çıkıyor, intiharlar artıyorsa ortada insan fıtratına, yaratılış programına ters giden uygulamalar var demektir.

Her insan kendi uyanık vicdanını dinlese ruhunun sonsuzluğa olan özlemini görür; üzerinde fena damgası olan fani hiçbir şeyin kendi ruhunu tatmin etmediğinide anlar.

Sonsuz ihtiyaçları ve emelleri ile insan“dayanak noktası” arıyordu. Her türlü ihtiyacını karşılayacak mercii bulmak istiyordu. Aksi halde yetim ve sahipsiz kalan birisinin halet-i ruhiyesihakim oluyordu.

Kapitalist ve seküler hayat,maddi ihtiyaçlarını karşılıyordu ve her türlü zevk ve lezzetleri ve bedeni hazları daonun önüne seriyordu. Ancak ne varki;üzerinde “fena damgası” basılı dünyevi sevgililer/güzellikler – bağlandığımız her şey-kalpte derin yaralar husule getirerek bizden ayrılıyorlardı.

Dünyevi zevkler daimi bir elem ve ızdırap bırakırken, ibadetler kalıcı zevkler ve ruhani lezzetlere dönüşüyor.

İbadet ve mutluluk arasındaki ilişki son zamanlarda pozitif deneylerin konusu olmaya başladı. Bu konudaki gerçekleri daha önceki yazılarımızda paylaşmıştık.**

Üstelik dünyevi lezzetleri ve faaliyetleri ibadete dönüştürme yolu da vardı: Nimeti “veren elin” görülmesi ve bilinmesi halinde insan, Rab ile daimi “iletişime” geçiyor, tabir yerinde ise “çevrimiçi” oluyor ve “daimi bir huzur” hali elde ediliyor.

Düşünmesi ve “okuması” bile ibadet halini alıyordu. O yüzden, Kur’an’da insana “OKU” denilmiş. Bu okuma sonucu, kâinatın sırlarını fenler yolu ile inceleyen insan kendini tanıttırmak ve sevdirmek isteyen Rabbi daha yakından görmeye başlar. Her şeyin kendi hizmetinde olduğunu görerek değerini fark eder.İnsanın müspet düşüncelerinin/okumalarının “inşa edici-yapılandırıcı” özelliğini, son zamanlarda kuantum bilimi sayesinde daha yakından anlamaya başladık.

Sonra insanın kendisini tanıması Rabbini tanımasının da anahtarı olur; ibadetin çeşitli yönleri bulunduğunu da görür. Hükümetler bile %15-25 vergi alırken, muhtaçlara yüzde iki buçuk (kırkta bir) kadar zekât-yardım ibadetini çok görmez.

Az bir ücretle, günde sekiz on saat çalışan insan; günlük bir saat tutan beş vakit namazı, “vaktim yok” diyerek) fazla bulmaz. Senede bir ay orucun da çok gerekli bir ibadet olduğunu idrak eder. Yaratanın kendisi hakkında hep faydalı şeyler takdir ettiğini düşünür.

“Helal dairesi geniştir, keyfe kâfidir” der Bediüzzaman. Aslında her helal fiil bedenimizin ihtiyacı, fıtratımızın gereği. İmtihan dünyasında olduğumuz açık ve imtihanın ise zorlu bir süreç olduğu da belli. Bununla beraber imtihanın tüm şartları bizden yana. Kopyaların verildiği; hattâ defter- kitap açık ve doğru cevapların da verildiği sınav şartları var.

Üstelik; yanlış yaptığımızı fark ettiğimizde her yeni gün, telâfi ve tekrar sınav hakkı tanınıyor. Olmadı; tevbe-istiğfar ve pişmanlık gibi şartları geçerli oluyor. “Umumî ve genel af yasası” hükümleri devreye girebiliyor.

Rabbimiz: “elma suyu uç, portakal suyu iç, ayran, nar, çay, kahve, ıhlamur böyle binlerce suyu iç; sadece içki içme, sığır eti, koyun eti, kuş eti, balık eti ye ye ama sadece domuz eti yeme!” gibi; doğru şıkları var bu “imtihan” sorularının.

Evlilik yolu açıkken, “ben çağdaş yaşamı destekliyorum: Evlenme gibi kayıt altına girecek değilim. Aile, çocuk gibi sorumluluk ve külfetlere girmek istemem. İstediğim kadınlarla flört edeceğim ” diyenler aslında bir bakıma şeytanın avukatlığını yapmış oluyor.

İnsanı aldatan mekanizmalar çok güçlü işliyor. Bu çağda bir “Şeytan İmparatorluğu” kurulmuş adeta. “Bazı devletler ve örgütler bu imparatorluğun emri altında çalışıyor” dersek yanlış söylemiş olmayız herhalde. Hatta filmi bile yapılmış: Şeytanın Avukatı.***

Bu çağda aldanmamak için aklımızı iyi kullanmak çok daha elzem hale geldi. Kur’an’da “Aklını kullanmayanları Allah pislik içerisinde bırakıverir (Yunus 100)” buyrulur. Bu yüzden doğru eğitim şart. Çünkü insanın yetenekleri ilim ve dua/ibadet ile inkişaf etmektedir. Maharet öbür âleme bir “çekirdek” olarak değil, tüm istidatları ile çiçek ve meyveleri ile olgun ağaç gibi mütekâmil bir insan olarak gidebilmek-doğmak…

Hayal ettikleri herşeye sahip olan ama iç huzuru bir türlü bulamayan, istatistiklerde mutlu, iç dünyalarında ise perişan vaziyetteki refah toplumlarına bize şunu anlatıyor: Mutluluk maddi ihtiyaçların ve bedeni hazların karşılanması ile ilgili değil.