Seküler bilim objektif ve dinden ve inançtan bağımsız hareket ettiğini sürekli vurgular. Bu yüzden de ülke ve milliyet, din ve inanç fark ettirmeden, her yerde fikirlerini kabul ettirir.
Seküler bilim evren gözlem ve araştırmalarında “kim, niçin/niye, anlam ve amacı ne” sorularını dışlar; bu tür soruları spekülâtif kabul eder; bunları, “bilgi ve araştırma, delil ve gözlemin” değil; “felsefe ve din/inançların” konusudur der.
Materyalist ve dünyevileşmiş bilim ve eğitim, insanın fıtratında var olan din ve inanma gibi asli ihtiyaçlarını görmezden gelir.
Aslında bunları bilerek yapmaktadır. Çünkü bilim kasti olarak ateizme (dinsizliğe) alet edilmektedir.
“Tanrı yok(muş), varsa bile işleyişe karışmıyor” derken bir taraftan da “asıl fail ve sani olan Halık-ı Teâlâ yerine başka failler ikame eder.
Ders kitaplarında ve belgesellerde; hemen her türlü bilgi sunumunda bilimsel ifade, denklem ve formüllerde Allah’ın bulunmadığı bir kâinat tasavvuru öne çıkarılır. Zaten evren kendi başına işleyebilmektedir. Tanrı olsa da zaten işleyişe karışmıyor. O yüzden O’na ihtiyaç ta bulunmuyor” demeye getirilir.
İnsanlar kanaatlerini pek sorgulamadığından bu kanaatler zamanla benimsenir. Kişi içine düştüğü “şirk” düşüncelerinin farkına bile varmaz.
Bilim üzerindeki bu tasarrufu bir illüzyonistin ya da hokkabazın el çabukluğuna benzetebiliriz. Dikkatiniz belli bir yöne çekiliyor. Asıl gerçek gözünüzden kaçırılıyor ve bir hipnoz uzmanının, dikkatimizi belli bir noktaya veya sese yönlendirmesi gibi dikkatlerimiz evrendeki bazı “sebep ve maddî nesnelere” yönlendiriliyor.
Her seferinde yapılmak istenen şey gerçek Yaratıcıyı ve Kâinatın sahibini görüş alanından kaçırmak ve gizlemektir.
Bu zihnen uyutulma sonucu, “Alem nasıl yaratıcısız ve sahipsiz olabilir!?” sorusu akla bile gelmez! Gelse de, merak edilmez. Merak edilse de; Bilim (!) ona da “failsiz, yani otomatik, yani kendi kendine, yani çeşitli madde ve sebep ve kuvvetlerin etkisi ve itme – çekmesiyle, yani çeşitli tabiî ve deterministik fizik-kimya kanun ve mekanizmalarıyla işleyen” “bilimsel”(!) açıklamalar sunar (!).
Bilim adına olmayanı olur(muş) gibi gösterme hokkabazlığının sonu gelmez. Sonraki aşamada; sözde bilimsel cümle ve tasvirler kanalıyla, bilinçaltımıza gönderilen “sübliminâl mesajlarla” bilinçaltımız kodlanır ve programlanır!
Ülkemizdeki duruma gelince;
Bilgi mekanik boyuttan malumattan tek boyutlu açıklamaya bürününce ve indirgenince ve sınav için geçme aracı haline gelir. Öğrenilenler malumat boyutunda kalınca ilimden irfana ve marifete geçiş hattı kapanır.
Bilimi hep maddi ve araçsal görmenin sonucu bilim materyalizmin “malı” zannedilir. Eşyanın/varlığın sır ve hikmeti gizlenir. O yüzden okul kitaplarından başlamak üzere her türlü yazılı, sesli ve görüntülü yayın, bizi, “gafil” bir nazarla kâinata bakmaya şartlandırır.
Materyalist ya da seküler bilim, laboratuvarlarda denenmeye uygun olmayan ve dolayısıyla doğruluk veya yanlışlığı ölçümlere dayalı olarak belirlenemeyen bilgileri bilim-dışı ilan eder.
Örneğin, gözlem ve deneye dayalı fen bilimleri için poitivizmi sosyal ve duygu temelli (psikoloji gibi) ve inanca dayalı bilimler (teoloji gibi) tatbik ederek işine geldiği gibi hareket eder. Ancak beş duyu ile idrak edemediğimiz manevi duygularla idrak ettiğimiz gerçekleri kabule yanaşmaz.
Seküler bilimce yapılan yanlışlık bu kadarla sınırlı kalmaz. Beş duyu ve deneycilik (empirisizm ve bilhassa pozitivizm) yöntemlerinin bilgi edinme mekanizmalarından sadece birisi olduğunu nazarlardan saklar. Bilimsellik adına böylece ön yargı, hatta taassup içine girer. Bilgiyi sadece maddede yansıyan miktarıyla sınırlar.
Hâlbuki bilimin en temel amacı; gözlem ve deneylere dayanarak, geçmiş ve gelecek hakkında bilgi ve bulgular elde etmektir. Somut gördüklerinden, soyut kanun ve prensiplere ulaşmaktır.
Çözüm; yaratılışta var olan adalet, hayır güzellik, kemalat israfsızlık denge program sanatlı olma gibi hakikatlerin genel olarak bilime ve ders kitaplarına yansıtılmasıdır.
Varlığın hikmet ve hakikatini yansıtacak, varoluştaki mükemmelliği nazara verecek yeni ve doğru bir bilim felsefesine ve yorumlamaya ihtiyaç bulunmaktadır.
Böylece eğitim, insanın kendini ve kâinatı keşif ve kemalat yolculuğu halini alacaktır.