Yabancı dilde bilimsel yayınlar her kademede, her yerde birinci şart haline getirilmiş. Akademik yükseltmelerde en önemli, hatta yegâne kriter bu. YÖK’ün bu düzeni hocaları topluma hizmetten alıkoyuyor; bilimi toplumdan kopartıyor.
İkinci olarak da YÖK’ün “ders ücretli eğitim sistemi” ile eğitim bir ranta dönüştürülmüş durumda. Çok ders verince çok para kazanıyorsun. Topluma ve öğrenciye hizmetlerde yarış yerine çok ders vermeye ayarlı negatif bir rekabet oluşuyor bu durumda.
Bu yapı hocaları dersliklerin duvarları arasına sıkıştırıyor. Eğitimi uygulamadan kopartıyor.
O yüzden de hocalar, topluma ne veririm, sanayiye ne kazandırırım gibi bir “dert” içine girmiyor. Harıl harıl İngilizce bilimsel yayın yapmanın dışında başka bir şeyle uğraşmaya vakit bulamıyor.
Diğer yandan; akademik terfilerde, hatta proje vd. desteklerde her kademede ve aşamada “yabancı dille” yayın zorunluluğu ülkenin en stratejik değerli birikimi olan bilimsel araştırma sonuçlarının “bilimsel yayın” adı altında dışarıya transferi sonucunu doğuruyor.
Onları patente ve faydalı ürüne dönüştürenler biz değil; “Batılılar” oluyor.
Bu mekanizma12 Eylül darbe anayasası ile yerleşmiş ve kırk yıla yakındır da bütün ağırlığı ile işliyor.
Hâlbuki Japonya’da, Almanya’da lisans öğrencisi bile araştırma ve proje konularını halkın sınai/kültürel/mali gerçek problemlerinden alıyor.
Biz neden kolaycılığa kaçıyoruz? Neden karşılığı olmayan tez ve projelerle uğraşıyoruz?
Ülkeler, bilimsel varlığı dışarıya transfer edilmesin diye kontrol sistemleri koyuyor.
Bakın, gerek Batı üniversite modellerini olsun gerekse Japonya ve Kore’nin üniversite sistemleri olsun. Gördüğümüz şudur: Hocaların performansı bilimsel yayınla değil, toplum sorunlarına bulduğu çözümler, uyguladığı eğitimin kalitesi ve yetiştirdiği öğrencilerle ölçülür.
Oysa biz çok iyi biliyormuşuz gibi, “yurtdışı” yayını, yayın kriterinde yurtiçi yayından çok daha yüksek puanla ödüllendiriyoruz. Bu kendimizi inkâr gibi bir ucubedir.
Aklı başında ülkeler tüm hatları ile bilimsel çalışmaları gerçek sorunlara odaklı (sınai, ekonomik, kültürel) yürütürler. Değil yüksek lisans ve doktora, lisans tezleri bile sektörün gerçek problemlerinden alınır.
Japonlar, Çinliler patentleri çoğunlukla kendi dilleri dışında bir dille yayınlamıyorlar ve patent yayım dili PDF değil JPEG olarak seçiliyor.
Bu ülkelerde toplumsal karşılığı olmayan projeye devlet para vermiyor.
Düşünün ki siz on binlerce bilim adamı yetiştirmiş olun ve onlar size değil de yabancıya hizmet etsin. Türk firmalarına değil de Avrupa ve Amerika firmalarına çalışsın.
Olacak iş mi bu?
Bu düzeninin kaldırıldığını düşünün! On binlerce ülkemiz bilim adamları her biri bir köşede memleket dertleri ile dertlenecek ve çözüm üretecek…
Çünkü bilimsel ve teknolojik bulguları ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürme yeteneği ancak üniversitenin öncülüğü ile gelişebilir. Bilimle kalkınma devrinin önü ancak bu şekilde açılabilir.
Tüm tez ve projeler firmaların ve şirketlerin, devletin/ülkenin sorunları ile ilgili hale geldiğinde gördüğümüz şu olacak:
Her sahaya buluş ve yenilikler yağmaya başlayacak…
Dünya markalarımız boy boy kendini gösterecek… Katma değerli ürünlerle ekonomi kırılgan yapıdan dışa bağımlılıktan kurtulacak.
Bunlar hayal değil…
Yeter ki ülkeye her alanda “bilimin iktidarı” ve öncülüğü gelsin. Yani el yordamı ve göz kararı ile iş yapma devri, rant devri bitsin. Liyakat ve kalite esas haline gelsin.
Sonuç olarak ülkenin gelişmesinin önündeki en büyük engelin mevcut YÖK düzeni olduğunun bir kere daha altını çizelim.
Yüksek Öğretim Kanunu’nda öyle değişiklikler yapmalıyız ki, her yıl üniversitede hocaların halka ve öğrenciye ne verdiği sorgulanabilsin. Yayın yapmak, bir bilimsel çalışmanın amacı olmaktan çıkarılmalıdır.
YÖK, memleketin hayrına çalışan bir mekanizmaya dönüştürüleceği günü hasretle bekliyor.