Geçen günlerde Mevlana Hazretleri’nin eğitim metodu üzerine bir yazıyı gözden geçirirken şu soruya cevap arıyordum aslında:
Mevlana Hazretlerini farklı ve çağlar üstü kılan neydi?
Bu vesileyle müşahedelerimin bir kısmını buraya aldım.
Mevlana hazretleri eğitimde temsil metodunu kullanmada zirve olmuş bir şahsiyet. Aynı şekilde tabulara meydana okumuş, önyargısızlığın sembol ismidir. Gönül ve aşk insanıdır. Sınırsız ve hür düşünmenin bir temsilcisi olmuş bir şahsiyet.
Şüphesiz ki insanın en değerli iki özelliğinin merak duygusu ve öğrenme yeteneğidir.
Mevlana’nın uyguladığı öğrenme metotları ile merak ve öğrenme yeteneğini zirveye çıkar. Bunda en tesirli metot olarak temsil yolunu kullanır.
Kişisel gelişim alanında rehber sözler ve formül gibi ifadeler Mevlana’ya aittir.
Oğuz Saygın Rumi’nin kişisel gelişimde giderek yükselen işlevini şöyle anlatmıştı: “Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin… Mevlana’nın bu sözü kişisel gelişim dediğimiz şeyi tek bir cümleyle açıklıyor. İnsan ‘4 D’ üzerine kuruludur: Durum, düşünce, duygular ve davranışlar. Bunlar sırasıyla birbirini etkiler. Mevlana da bunu çok iyi açıklıyor ve bizim yol haritamızı çiziyor. Bu açıdan kişisel gelişimin de piri kendisi. Ayrıca bizim kullandığımız başka bir metodu ‘Model Oluşturma’yı yapıyor. Bizzat model oluyor ve bu yönüyle de insanları eğitiyor.”
Her ferde ayrı eğitim metodu uygulanması ve eğitimin bireyselliği konularını o çağda dile getirmiş ve uygulamıştır. Dikkatimi çeken sözlerinden birisi de Mevlana Celaleddin-i Rûmî’nin “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.”
Eğitimin içinde musiki ve hareket olmadan etkili eğitim olmayacağını görmüş. Eğitim hareketini sema ve ney ile birleştirmiştir. Eğitim adına yaptıklarımızın “ibadet” değilse, etkisi zayıf kalacaktır. Bu yüzden eğitim aslında bir olgunlaşma sürecidir. Kemalat yolculuğudur. Manevi boyut eklenmediği takdirde etkisi zahiridir. Bugünkü materyalist eğitimin kabuktan ibaret kalmasının sebebi budur.
En iyi eğitim metodu uygulayan İskandinav ülkelerinde insanların aynı zamanda dünyanın en huzursuz ve mutsuz insanları olmalarını nasıl açıklayabiliriz?
Dünya gerçekte imtihan yeridir. İnsan, Allah’ın en değerli ve aziz misafiridir. Dünyada ne varsa her şeyi ile insanın hizmetine amade kılınmış. İnsan ebede/sonsuzluğa yolcudur. İnsan bu değerinin ve yolculuğunun farkına varacak zikir/fikir/şükür vazifesini ifa edecek. Aksi halde mutlu olması mümkün olmuyor.
Bunca eğitim hayatımın bana gösterdiği bir şey var. Anlattığınız ilmi hakikatleri ve olayları “temsil” haline getirebilirseniz yani bir senaryo ile birleştirebilirseniz olay canlanmış olur. Soyuttan somut dönüşür. Hakikat resmedilmiş olur. Bu durumda olayı muhatabınız/öğrenci çok daha kolay anlayacaktır.
Gel gör ki eğitici konumunda olanlarımız ve din adamlarımız temsil ve ispat/gözlem ve diğer metotları kullanmadan bilgi aktarmayı eğitim zannediyorlar.
Bu durumda akıl, hayal ve diğer öğrenme “cihazlarımız” devre dışı bırakılmış oluyor. Hâlbuki akıl delil olmazsa akledemiyor. Bu durumda anlatılanlar benimsetme ve şartlanma kültürü halini alıyor. Zihin bilgiyi hazmedemiyor.
Temsil metodunu başarılı bir şekilde hayata geçiren bir diğer isim ise Bediüzzaman hazretleri olmuştur. Bediüzzaman, yazdıklarının tesirli oluşunu temsil metodunu kullanmaya bağlar. Temsil metodunun Kuranın metodu olduğunu söyler.
Üstad Bediüzzaman, şu açıklamaları yapar: Temsil yolu, bir dürbün veya teleskop gibi, anlaşılması güç konuları akla yaklaştırmakta; mikroskop gibi de görünmeyen ince meseleleri görünür ve anlaşılır hale getirilmektedir. Temsil metodu, birbirinden dağınık-parçalı duran meselelerin topluca görünmesini ve aralarındaki münasebet iplerinin görülmesini de sağlamaktadır.
İnsanlar bilmediklerini temsiller ve kıyaslamalar yoluyla daha kolay öğrenebilmektedir. “Temsiller” halinde sunulunca, yani anlamlı senaryolarla birleştirildiğinde dersler sınıfların arasına “hapsolmaktan” kurtularak “gerçek hayatla” birleşir, yaparak ve yaşayarak öğrenme gerçekleşir. Kurulan senaryonun çevresi ne kadar gerçek hayata ilişkin sahnelerle doldurulursa öğrencilere o kadar sevimli gelecektir.
O yüzden doğrudan bilgi aktarmak ve bunu sınavlarda istemek TEHLİKELİ EĞİTİM metodu haline geliyor.
Sözün kısası eğitimde örnek aldığımız Batı bize YAR olmadı. Çözüm yerli modellerde. Öncelikle Mevlana ve Bediüzzaman gibi kendi üstadlarımıza dikkatleri çevirmeliyiz.