El âlem çalışıyor fethetmeye Merih’i

Sen cebinde kaybettin güneş dolu tarihi…

Necip Fazıl

Bazen “Maziye bir kutsiyet mi atfediyorum?” diye sormaktan kendimi alamıyorum. Neden böyle olduğunu bilmek çok güç… Ama mazi denince sanki her zaman güzel, her zaman içimi titreten hadiseler olmuş gibi geliyor bana. Aslında yaptığım geçmişi kutsamak, tarihi mübarek saymak değil; geçmişi güzel anmak, güzeli görmek muhtemelen yaptığım. Belki de öyle görmek istiyorum. Bilemiyorum… Fakat baktığın yer güzelse nasıl kötü görebilirsin?

Belki de bu yüzden her ne vakit tarihle ilgili bir kitap okuyacak olsam göğsüm kabarıyor, dilimde dualarla o vakitleri yâd ediyor halde buluyorum kendimi. Geçmiş zamanın hatrına bugünlerde yaşadığıma, yaşayabildiğime kanaat getiriyor, bugün için dünü hayır ile anıyorum. Böyle yapmayıp da mazisini, tarihini unutanları ise hafızasını kaybetmiş âdem sayıyor, daha sarih söyleyeyim; onlara acıyorum.

İşte bu yazı isimlerini işitince gönlümü sızlatan o civanmert, o hakperest, o sözle değil gönülle konuşan güzel insanlara bir mektup mahiyetindedir. Onların lisanına benzeyen bir kelam edebilmek için satırları tutuşturmak gayesindedir bu garip. Ama ne keder ki onlar çoktan terk ettiler bu diyarları; muhtemel ki şimdi onlar, cenneti fethetmek için hazırlanıyorlar. Ve uğrunda candan geçtikleri torunlarının onların isimlerini dahi söylemekten ar ettiklerini bilmiyorlar. Bilmesinler…

“Tarih bir milletin hafızasıdır” diyor Batılı bir düşünür. Ne de doğru söylüyor. Oysa belki bilerek-isteyerek belki de gayriihtiyarî hafızamızı yitirmeye mecbur bırakılıyoruz şimdilerde yaşayan bizler. Bundan yüz sene evvelinin dilinden hiç bir şey anlamıyoruz ve muhtemel ki bundan sonra da anlayamayacağız. Ne acı dedesi cihana kendi lisanını öğretirken kendi torunları dedesinin söylediğine bir mana veremiyor da Türkçe’den Türkçe’ye tercümeler yapıyorlar. Sonra onları kendilerine neredeyse “düşman” ilan edip binlerce yılda teşekkül etmiş lisanlarından “otuz altı” altın harfi yok sayıyorlar.

Hem bu topraklarda yaşayıp hem de mazisine “düşmanlık” edenlerin yaptığı vatana ihanetten gayri nedir bilemiyorum. Bir maziye bakıyorum, bir ânı yaşıyorum. Gözlerim doluyor. Ne elem ki güzel atlara binip gidiyor onlar ve atlarının ayağından sıçrayan bir parça çamur dahi bulaşmıyor bu güne. Bu millet tarihini Bulgar devletine okka ile çuval çuval satanları gördü. Ceddini mezardan çıkarıp bilinmeyen mezbelelere atanları gördü. Kur’an, kitap dinlemeyip ateşlerde yakanları gördü. Daha ne diyeyim şair feryadı harflere söyletiyor;

Bundan birkaç yüz sene evvel uyananlar

Bugün hâlâ uyuyanları görsün

Efsanesi kaybolsa kıyamet koparanlar

Tarihini okkayla satanları görsün.

Yaptığım tarihi kutsamak değil. Gözleri zaten kör olanlara güneşi göstermeye çalışmak da değil maksadım. Dedelerimin ruhunu şad etmek, atalarımın ardından satırlarla dua söylemektir. Onlar ki bir kutlu sancağın önünde yürüdüler. Millet ne demektir ve dahi nasıl millet olunur cümle millete öğrettiler. “Onlar ki Ötüken’de şiir okuyan ozanın sedasını Viyana’da duydular; Tuna’da aldıkları abdestin namazını Çin Seddi’nde kıldılar.” Toprağı vatan yapmak için yola çıkıp tekrar yeşermek uğrunda bu toprakta soldular. Onlar ölümsüz bir aşk istedi ve Ölümsüz’e âşık oldular.

Dokunma sineme kâri, gönlümde hep ateş var…