Destiye kurşun atar, keçeye kılıç çalar
Kızılelma’ya dek gideriz…
Ecdat büyük hayaller kurmuş, büyük bir rüya görmüş ve büyük bir gayeye inanıp atını doludizgin ufka sürmüştü. En uzak şehirlere kadar gitmeyi ve zalimin başını ezmeyi, zulmün ateşini söndürmeyi kendine şiar edinmişti. Hep bir hedef ve bir hayal vardı zihinlerinde. Gönüllerindeki iman atlarının ayaklarına dahi kuvvet olmuştu da hiç bilmedikleri topraklarda Allah adını haykırmak için gelmişlerdi. Bir şehri fethediyor, sonra bir başkasına gidiyorlardı. Lakin bu şehirlerin hepsinin adı aynıydı; Kızılema… Bir mefkûrenin, bir hayalin ve bir davanın adıydı bu.
Her hangi yerde, her hangi şehirde olursa olsun Allah ismini işitmeyen kalmayacak ve hatta kendi inandıklarına inanmıyor olsalar da zalimin zulmü altında kimse kalmayacaktı. Öyle inanmışlardı. Öleceklerdi belki bu uğurda lakin ölüm bir son değildi onlar için zira öldükleri yer vatan olacaktı. O sebeple belki de Sultan Alparslan’ın açtığı o gedikten girip de bakışlarını hiç bilmedikleri diyarlara diktiler. Hiç gitmedikleri yerlere atlarını çatlatana kadar sürdüler. Yiğittiler, inanmıştılar ve inanmış adamlar dünyayı değiştirirdi zira Allah onlarla beraberdi. Ve bu kadarı dahi onlara yeterdi.
Bu yaşadığımız toprakları vatan etmek için ömürlerini verdiler. Öyle zor zamanlarda inandılar ki bu davaya, bir yandan dizginlerinden boşalmış hayvanlar gibi gelen Moğol sürüleri, diğer taraftan ölümü utandıran Haçlı katilleri… Ve bir de hepsinden daha aşağılık olan hainler… Bizden gibi görünen, bizimle aynı secdeye başını koyan lakin satan ve satılık olanlar. Tam da bu gündeki gibi… İşte tam böyle bir cenderenin ortasında kalmış Anadolu’ya gelen ecdat… Müslüman olduklarından beri ellerinde sancak gönüllerinde iman ile yollara düşenler şimdi bu menzilde davalarından vazgeçemezlerdi, vazgeçmeyeceklerdi de. Zira zulüm büyük, keder büyük, çile büyük lakin Allah hepsinden daha büyüktü.
Alp idiler, yiğittiler; erendiler, derviştiler. Tek lokma ekmeklerini kardeşleriyle bölüştüler. Ve geldiler. Ölmeyi şeref, dönmeyi namertlik bildiler… Öldüler ama ölü değildiler. Zira yiğitlere şehit denirdi, katillere ölü… Onlar ölse de torunları atlarını Kızılelma’ya sürdüler.
…
Bunlar asırlar evveliydi. Lakin öyle çok benziyor ki bu güne olanlar. Dünya bu inanmış adamların gayretiyle bu hale geldi. Merhameti, adaleti ve insanlığı dünyaya yaymak için ve Allah adını her bir yanda duyurmak için bunca çile çekenlere Allah yardım ederdi elbet. Bir hayale inanmış olmak işte tam da böyle bir şeydir. İnsan ölse de ölmeyendir o. Öyle olmuştu zaten. O ecdadın torunları onların hayalleri hakikat olsun diye cihanın her bir yanında ismine Kızılelma dedikleri şehirlere sefere düştüler ve inandılar hep. Savaş kılıçla kazanılırdı belki lakin zafer imanla kazanılırdı.
Belki isimler, yerler başka. Ama düşman da aynı düşman ve dava da aynı dava… Birkaç yüz yıldır biz susmuş olsak da sinemizde yine de bu nizam-ı âlem davasının ateşi var. Üstündeki külü bir atsak yeniden yanacak. Damarlarımızda yine o inanmış ve adanmış adamların kanı var ve iman var içimizde.
Peki ya şimdi bir Kızılelma’mız yok mu bizim? Unuttuk mu? Yorulduk mu? Vazgeçtik mi?
Şimdi neresidir Kızılelma?