Konunun özneleri, bir zamanlar Müslümanken yahut ‘İslamcı’ iken kendilerinin ifadeleriyle ‘mahalleyi’ terk edip gidenler…

Ayrıntıya girmeden önce şu hususun altını özenle çizmek isterim.

Bir kimsenin inancını yahut fikrini değiştirmesi, tarih boyunca en çok rastlanılan durumlardan birisidir. Bu nedenle, inancını yahut fikrini değiştirenlere yönelik bir eleştiriye tevessül etmek bir tarafa, ‘kim nasıl istiyorsa öyle inanır ve öyle düşünür’ peşin kabulümü en başında zikretmeyi bir vazife addediyorum.

Allah’ın, insanları tamamen özgür bıraktığı bir hususta bize en fazla ‘lekum dinukum veliyedin’ (Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize) demek düşer.

Kimisi, fikir değiştirdiğini söyleyerek kimisi, inanca taalluk eden temel hususlardaki (itikadî) farklı yaklaşımları nedeniyle ve kimisi de siyasi gerekçelerle ayrıldı mahalleden.

Şu bir gerçek ki; bizi ilgilendirmez ama gittikleri yerde kendilerine, nefsani arzularını kâmilen tatmin etme imkânının sunulmuş olması, hepsinin ortak tarafı…

Çok genç yaşlarda iken Kâtip Çelebi’nin şu sözüne rastlamıştım;

“Hiç kimsenin küfründen bana fayda yoktur ve hiç kimsenin imanından bana zarar gelmez…”

O zamandan beri hayata ve insanlara bu zaviyeden baktım.

‘Biz artık sizden değiliz’ diyerek ayrılan bu öznelerle ilgili de hep böyle düşündüm.

İşin ilginç tarafı gittiklerini söylüyorlar ama bir dakikalığına bile buradan ayrılmış değiller.

Yaptıkları her işte ve ileri sürdükleri her iddiada; Şimdi nasıl da zıplamışlardır” diye meraktan helak olduklarına adım gibi eminim.

Öyle olmasa eğer, Kur’an temelli sabiteleri inkâr yahut tahfif ederken bize neden gönderme yapsınlar ki?

Öyle olmasa eğer, ileri sürdükleri o çok matah sandıkları fikirlerini, neden gittikleri yerdeki insanlara değil de bize tevcihen zikrederler ki?

Öyle olmasa eğer, bize küfretmeden iki cümle kuramadıkları gerçeğine neden gözlerini kör ederler ki?..

Özetle, gittiler ama akılları fikirleri burada…

Neden mi?

Çünkü gayet iyi biliyorlar ki gittikleri yerde ‘adam’ yerine konmalarını gerektirecek hiçbir geçer nedenleri yok.

‘İman’ derseniz, o mahallede esamisi okunmaz.

Kur’an ve hadis derseniz, ‘akla ve bilime aykırı olduklarını’ söylemeden tek kelime konuşturmazlar.

Siyaset derseniz ‘çomar’, ‘cahil’ vesaire gibi aşağılayıcı nitelemeler kullanmadan bir dakikalığına dahi ciddiye almazlar.

Sadece bu kadar mı?

Tabii ki değil.

Gittikleri yerin, kırmızı çizgi addedilen soyut ve somut anlamdaki bütün ‘put’larına tek tek secde etmek zorunda kaldılar…

Sıkıysa etmesinler!

Buna mukabil, terk ettikleri yerin bütün kutsallarına, efendilerinin bile kullanmaya cesaret etmedikleri en ağır hakaretleri ve en galiz küfürleri ettiler/ediyorlar…

Zira gayet iyi biliyorlar ki ‘hüsnükabul’ görmelerinin yolu buralardan geçer.

Çünkü bildikleri ve öğrendikleri neredeyse her şey, bu mahallede ‘geçer akçedir’ ve gittikleri mahallede bir karşılığı yoktur.

Bir camiada, fikri ve zikriyle şahsiyet olabilmek, gerçek anlamda bir meziyet gerektirir.

Sonradan ‘Müslüman’ olan (tabir kendilerine ait olduğu için ben de böyle ifade ettim) şahsiyetler, hiçbir zaman geldikleri yere küfretmediler.

Yaptıkları genel bir eleştirinin ötesine geçmedi ve geldikleri yeni yerde yeni şeyler terennüm ettiler.

Yani var olan müktesebatlarını, bulundukları yerde daha da geliştirerek ve yukarıya taşıyarak sahici anlamda bir şahsiyet oldular.

Bahse konu özneler ise tam zıddı.

Bu da kalitelerini göstermeye yeter de artar cinsten bir hakikat…

Sonuç itibarıyla gidenler hangi gerekçeyle gitmiş olurlarsa olsunlar bizi ilgilendirmez, bizden uzak dursunlar, başka ihsan istemeyiz…