Daha önce de Kılıçdaroğlu’nun tarihle ilgili usulsüzlüğünden, tarih felsefesi yoksunluğundan bahsetmiş ve bunun da kaynakları ile ilgili olduğunu vurgulamıştım. En önemli kaynaklarından biri Yılmaz Özdil idi. Şimdi de görüyorum ki Prof. Dr. Emre Kongar’ı referans alarak başka bir usulsüzlüğe imza atmış…

Öyle zannediyorum ki bu defa bilginin bir akademisyenden gelmesini de bir güvence olarak değerlendirmiş ve grup konuşmasında, güya “Cumhurbaşkanına laf vurmak” için Hüseyin Rauf Orbay’ın Sultan Mehmed Vahideddin ile ilgili cümlelerine sarılmış… Peki, bu sözleri Rauf Orbay nerede dile getirmiş? Hatıralarında. İşte usulsüzlük hem bir akademisyen olan Kongar hem de ona güvenen Kılıçdaroğlu için tam da bu noktada başlıyor. Bu usulsüzlükleri çok temel noktalardan izaha çalışayım o zaman…

Birincisi, hatıra türü kaynakların doğasıyla ilgili… Tarihçiler için önemli bir kaynak niteliğinde olsa da bu onun edebi alanın önemli bir yazın türü olmasından bağımsız değildir. Bu sebeple, hatıralara atıf yaparken dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Neticede zamanından ve koşullar değiştikten sonra yazılan hatıralar duygusal kurgular içerebilirler… O nedenle yazarının durduğu yeri, hayat hikâyesini hesaba katmak ve farklı kaynaklardan da aktarılanları teyit etmek gerekir.

Bu zaviyeden bakıldığında önce Kongar’ın sonra da Kılıçdaroğlu’nun sarıldığı ve Sultan Vahideddin’e atfedilen, “Rauf Bey! dedi, bir millet var, koyun sürüsü… Buna bir çoban lazım… O da benim…” sözünü, Rauf Bey’in “birlikte işittik”lerini ifade ettikleri de dâhil hiçbir yerden teyit edemedim. Zira Rauf Orbay’ın “Saltanatın kaldırılması” teklifini veren seksen kişilik heyetin başında olduğu gerçeği de farklı bir bakışı gerektiriyor. Hiçbir kimse karşı olduğu ya da yıkmak istediği bir fikri ya da şahsiyeti övmez. Tam tersine kendi haklılığını temellendirmek için o fikri ve sahibini itibarsızlaştırma yolunu tutar… Bir padişah, “Meclis’in onayı olmadan işgalci devletlerden gelen hiçbir belgeyi imzalamayın” diyen birine, gücünü hatırlatacak ve bu haddi aşmaya bir cevap verecektir. Bir devletin içinde “iki başlılık” olamayacağını kendi lisanında ifade edecektir. İşine gelmeyenin tevili ve çarpıtması ne olursa olsun, doğru olan budur…

İkincisi, Kılıçdaroğlu’na sorulması gereken sorularla ilgili; Kongar da şayet isterse cevap versin… Eğer bir iddia bu türden ithamlarla hakikati ortaya koyabiliyorsa ve tabi Rauf Orbay’ın hatıraları delil olarak tek başına onlar için yeterliyse hayatının her evresini ve ifadelerini savunabilirler mi? Eğer savunamayacaklarsa ve diğer durumlarını kendileri açısından şüpheyle karşılıyorlarsa gündeme getirdikleri konuda onları ikna eden nedir?

Mesela, İngilizler’in İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ı işgal etmeme ihtimallerine karşı nasıl gayret göstererek, işgallerine sebep olacağını anlattığı şu ifadeleri de savunuyorlar mı? “Kazım Karabekir’in,İngilizler zaten meclisi basar ve vekilleri de sürgün ederler. İşte tamda da o gün Anadolu da yeni hükümetimiz güneş gibi doğacaktır” sözlerinden dolayı heyecanlandığını ve şunları söylediğini de aynı hatıralarında dile getiriyor Orbay; “İngilizler’in bunu yapmamaları ihtimaline karşı, bu işi beheme-hal tahakkuk ettirmek için ben, tehlikeyi kabul ediyorum. İstanbul’a Meclis’e gideceğim ve dediğiniz olmazsa, Anadolu’da Millî Hükümeti kurmağa muvaffak olmanız için, Meclis’in ortasında bomba patlatarak kendimi feda edeceğim.”

Ya da yürürlüğe bile girmemiş bir Sevr üzerinden Vahideddin’i “hain” olarak niteleyenler, Mondros Mütarekesi’ni 7 ve 24. maddeleriyle, işgalcilerin Osmanlı’yı tamamen yok etme emellerine teslim eden aynı Orbay’ı, bu haliyle de anabiliyorlar mı?

Tarihte, “Paşalar hesaplaşması” olarak yerini alan çekişmelerin başında gelen ve yine “İzmir Suikastı” meselesi yüzünden yurtdışına kaçmak durumunda kalan ve bu sebeple de M. Kemal ile bir daha uzlaşamayan bir Rauf Orbay’a nasıl bakıyorsunuz? Bu süreçten sonra ki hatıralarını da koşulsuz olarak delil sayacak mısınız? Çünkü onun söyledikleriyle Atatürk’ün “Nutuk”ta söyledikleri çoğu zaman çelişiyor, hatta bazı noktalarda Nutuk’un sahibi tarafından ciddi şekilde de itham ediliyor… Mesela Atatürk: “Rauf Orbay sabah beni uğurlamaya geldiğinde vapurumun İngilizler tarafından batırılacağını söyledi” diyor. Bunun sebebini de kendisinin Anadolu’ya geçmesini engellemek olarak ifade ediyor… 

Neresinden bakarsanız bakın, elle tutulur yanı yok yapılan ithamın. Sadece “ilmi usulsüzlük” yönünden bile ele alsanız, diğerlerini konuşmanıza gerek bile kalmadan tartışma oracıkta biter… “Peki, neden o zaman dikkate aldım ve yazı yazma gereği duydun?” derseniz ifade edeyim… “Koyun” olmadığımı, bu basit usul hilelerine pabuç bırakmayacağımı bir tarihçi olarak göstermek için… Zira siyasetçiler de kendi zaviyelerinden bir cevap verirler herhalde…