Geçmişte yaşadığımız güzelliklerle, nostaljilerle avunmak da bir yere kadar. Üstelik bunlar bir anlık tatlı avuntuların ötesine de götürmüyor.
Ortam, herkesi cesaretlendirmeye çalışıp ortalık kızışınca birkaç adım geri çekilenlerden ve hiçbir şey yapmak mecburiyetinde olmadığını düşünenlerden de geçilmiyor.
İyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak asli görevimiz iken sorumsuz, duyarsız ve dünyevi yaratıklara dönüştük. İğneyi kendimize batıracağımıza başkalarını ve yeni nesilleri suçlayarak “ortam (iktidar/makam/mevki vs) bizi bozdu” demeye başladık.
Geçmişte bizim gibi düşünen ve bizim gibi yaşayan günümüzde ise değişim ve dönüşün yaşadığını sık sık ifade ettiklerimizin asıllarına rücû etmelerini beklemek de galiba hayal ve de gereksiz.Sorunların tespitinde sıkıtı yaşamıyoruz; sıkıntımız icraatta. Şikayet etmek de çözüm için bir şey kazandırmıyor.
Her şey hızla değişiyor ve yeni sorunlar mantar gibi bitiyor. Aile yapımız, yeni nesillerin uçarılıkları ve tüm meselelere duyarsızlıkları, sosyal, kültürel alanda tefessühün zirve yapması, eğitim problemlerimiz ve daha nicesi.
Herkes başkalarından bir şeyler yapmasını bekliyor. Herkesin işaret parmağı suçlu olarak başkalarını işaret ediyor. Her ne hikmetse sağına-soluna bakmadan “ben varım!” diyen yok.
Ortalık mükemmel insan rolü yapanlardan geçilmiyor. Sıradan/sade/vasat insanlığa talip olan hiç kimse yok.
Bizler hep başımıza gelenleri konuşuyoruz, başımıza gelecek olanları konuşmuyoruz, konuşamıyoruz. Bir türlü sıra oraya gelmiyor. Beni asıl korkutan ise bugünle kıyaslandığında gelecekte yaşanması muhtemel olumsuzluklar. Yani bugünleri mumla aramak da var.
Herkes harcayamayacağından çok para kazanmanın derdine düşünce asıl dert akla gelmiyor. Kimin salasının ne zaman okunacağı belli değilken belki hiç tamamlayamayacağımız gündemlerimizin baskısı ve esareti altında kıvranmaya devam ediyoruz.
Üstelik yalan söylemekte de epey mahiriz. Yani mükemmel yalancılarız: “Her şey evlatlarımız, gelecek nesiller ve Allah rızası için” derken bile yalan söylüyoruz. Sadece çocuklarımıza değil eşlerimize, yakınlarımıza ve tüm sevdiklerimize hatta kendimize bile yalan söylüyoruz.
Gerçekte evlatlarımızı seviyor ve yeni nesli düşünüyor olsaydık onlar için betonarme binalar ve para pul yığmaya değil öncelikle ruhen hayata hazırlamaya çalışırdık. İçi boşaltılmış, gayesiz, duygusuz, merhametsiz, doyumsuz ve sorumsuz bir nesli para ve imkânlara boğsak kaç yazar?
Yavrularımıza asla kul hakkı yememeyi, yalan söylememeyi, fedakarlık ve feragati değil sınavlarda kaç net yapması gerektiğini, hayat denilen bu yarışta rakiplerini nasıl ekarte edip onların önüne geçmesi gerektiğini, acımasızlığı öğretiyor sonra da birer robota/zombiye dönüşen bu nesilden “nasıl bu hale geldiler” diye hayretle şikayetçi oluyoruz. Sıkıntı, stres, kaygı hemen herkesin birinci yoldaşı; Şükürsüzlük ve kanaatsizlik de herkesin ortak özelliği oldu.
Münevver ve mütefekkirlerimizin neslinin tükendiğini papağan gibi tekrar edip durmak yerine onların yetişmesine zemin hazırlamalıyız.
Ayrıca evlatlarımızı/gençlerimizi çocukluklarından itibaren gerektiği şekilde yetiştirmek için çeşitli ve bol keseden ödüllerle de cezalandırmaktan vazgeçelim. Geçmişte başarı bir “aferin” ile ödüllendirilirken günümüzde aynı başarı maddi ödüllerle doldurulmaya çalışılıyor.
Bu yolla başarıyı teşvik ettiğimizi sanırken onları ödülle cezalandırıp doyumsuz ve çıkarcı bireylere dönüştürdüğümüzün farkında değiliz.
Yalan söylemeyi ve mızmızlanmayı bırakıp, başkaları ile birlikte kendimizi de kandırmaktan vazgeçerek tazelenmeliyiz. Hata bize, yani insana mahsustur. Yapmış ve yapmakta olduğumuz yanlışlar için Allah tan af dileyip doğruları yapmaya gayret etmek kurtuluş için tek yol.