Yeni Zelanda’daki vahşi katliamla ilgili yazmıştım. Fakat Rahmetli Hasan Celal Güzel’in vefatının senei devriyesi olması sebebiyle bu yazıyı yayına vermeyi uygun gördüm.
Rabbime hamdolsun; hayatımda keşke ve pişmanlıklarım çok azdır. Ama aklımda hep Rahmetli Hasan Celal Güzel ile olan son görüşmemiz kalacak.
En son görüşmemiz telefonda olmuştu. Hastalığının ilk dönemi imiş. Her zamanki nezaketi ve esprileri yine üzerindeydi. “ Kusura bakma biraz rahatsızdım. Hemen geriye dönüş yapamadım” diye mazeret bildirdi, “Estağfirullah” derken sözümü kesip konuşmasını devam ettirdi: “En yakın zamanda buyur gel, bekliyorum; çay içip görüşelim” demişti.
Ben de “Tamam Abi, inşallah” dedim.
Ama rahatsızlığını tamamen atlatması için ağırdan aldım. Daha uygun bir zamanda kendisini ziyaret ederim düşüncesiyle rahatsızlık vermek istememiştim
Maalesef yeniden rahatsızlanması ve ardından yoğun bakım süreci ve de 19 Martta Güven Hastanesi’nde bu dünyaya gözlerini yummasından sonra 20 Martta Gölbaşı’nda defnedildi.
Nasip değilmiş. Son defa da olsa yeniden yüz yüze görüşmek nasip değilmiş.
Rabbim ahirette, cennetinde yeniden görüştürür, buluşturur inşallah.
38 yaşında Başbakanlık müsteşarı olarak Türkiye’nin en genç Başbakanlık müsteşarı unvanını alan Hasan Abi Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü, Millî Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın yanı sıra devlet kademesinde görev yaptı ama 28 Şubat’ın sembol isimlerinden biri oldu.
28 Şubat döneminde 10 bini çok aşkın programlarıyla dik duran Anadolu’nun her köşesinde 28 Şubatçılara meydan okuyan Tank Hasan.
Meşhur el ensesi eşliğinde samimi tokalaşması ve kucaklamasını unutmak ne mümkün? Onu her zaman tebessüm eden yüzü ile hatırlayacağım.
Polatlı İmam Hatip Lisesi Mezunlar Derneği’nin ilk Pilav Gününde yaptığı konuşmanın ardından Polatlı Emniyeti’nde ifade vermiştik.
Herkes “İmam Hatip” dendi mi ortalıktan kaybolurken gün bu gündür deyip 1997’nin son aylarında İmam Hatip Mezunları Derneği’ni kurmuştuk. 5 Temmuz 1998’deki ilk Pilav Günü’ne davet ettiğimde hiç ikiletmeden seve seve geleceğini beyan etmişti.
32 yaşındaydım. Kendim için zerre kadar çekincem yoktu. Ben “başını derde soktuk” diye üzülürken, tebessüm ederek: “Sıkma canını. Bunda can sıkacak ne var. Biz nelerini gördük. Tüm bunlar yıldırma taktikleri. Ama boşuna heveslenmesinler. Asla ve asla geri adım atmak yok. Yıldıramazlar bizleri. Gerekiyorsa sivil direniş eylemleri yapacağız.
Dil çıkaracağız bunlara. Dil çıkardık diye hapse atacak değiller ya.
Atarlarsa da çok umurumuzda olmaz!” demişti.
Emniyetteki memur arkadaşların çoğu da kendisini seviyor ve saygı duyuyordu.
Daha sonra DGM’de Polatlı ve farklı yerlerde yaptığı konuşmalar sebebiyle açılan davalarla cebelleşti durdu.
Hüküm giyidi ve Ayaş cezaevinde yattı. (15 Temmuz sonrasında yüzlerce binlerce savcı ve hakimin FETÖ’den ihraç edilmesinin ardından şu anda dava açan, hüküm veren savcı ve hakimlerin kim olduklarını ve ne yaptıklarını merak ediyor da değilim)
Ardında güzel şeyler ve güzel konuşan insanlar bıraktı.
1994 yılı sonunda kurduğu ‘Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi’ ile geride çok değerli eserler bıraktı.
Onun “Meğer ben ne enayiymişim” yazısı da bize ve gelecek nesillere bıraktıklarından. (Okumayan kalmamıştır ama yine de okumayan varsa mutlaka okumalı)
Babacan, cesur, mert, nazik, kibar, kadirşinas ve çok esprili, mütevazı vs. vs. böyle bir “adam gibi adam”ı şimdiden çok özledik. Mekânın cennet olsun ‘Güzel’ insan.