Biz bir hayale inanmış insanlarız kâri. Hatta bir hayal uğruna yaşayan insanlarız ve ölenleriz biz bir hayal için. Ve bence hayali olmayanlar ve bir hayale inanmayanlar ölü doğmuş bebekler gibi… Yaşamak denen yükü omuzlarında taşımak zor iş, biliyorum. Ama şunu da biliyorum ki başarmaya çalışırken yenilmek hiç denememiş olmaktan daha anlamlı. En azından ben öyle olduğuna kanat getiriyorum ve belki de yanılıyorum. Ama biliyorum yanılmak için de denemek gerekir. İşte muhtemel ki sırf bunun için hayallerimiz var. Ve ben hayali olmayan, hayal kurmayan, hayali için yaşamayan insanları hiç denememiş insanlar yerine sayıyorum. Doğmuş, nefes almış, dünyada var olmuş lakin yaşamamış insanlar…
Söyleyecek sözü olan insanlarız biz. Ya da en azından öyle olmalıyız. Herkesin susmaya mecbur ettiği dilimize bir hakikat kelimesi en azından bulaşmış olmalı. Ardımızdan bir sözümüzü hatırlamalı ismimizi hatırına getirenler. Doğdu ve öldü diye yazanlar arasında hiç değilse bir cümle söyleyivermeli. Zannımca hayat dediğimiz bir çizgi kadar. Kısa bir çizgi. Mezar taşına yazılmış doğum ve ölüm tarihleri arasında kısacık bir çizgi. İşte hayat ancak o kadar. Ve o kadarcık bir hayat bu kadar önemli değil inan ki. “Yaşamayı unut” demiyorum, “yaşama” demiyorum sadece “anlamı olsun” diyorum yaşadığımızın. Bir hayalimiz olsun diyorum.
Zira her hakikat bir hayalle başladı kâri. Sözüme inan ki yalan değil bu dediğim. Bizim şimdi yaşadığımız şehri, zamanı, anı her ne varsa işte onu birileri hayal etti geçmiş vakitlerde. Lakin benim içimi acıtan başkaca bir şey. Kimin hayalini yaşadığımı ve kimin hayalinde yaşadığımı düşünüyorum bazı vakitler. Dedelerimin hayal ettikleri dünya değil bu dünya. Bu hayal bir başkasının kâri. Biz dedelerimizin hayallerini kirli bir kâğıt parçasına, meydanlardan yükselen hamasi seslere, zevklere, isteklere ve dünyaya sattık. Zihnimize devşirme yerleştirilmiş bir tuhaf hayal bu ki inan bizim havsalamıza uymuyor bu hayal ve olmuyor, olmayacak.
Biz hayal etmeyi bıraktığımız günden beri başkalarının hayallerini yaşıyoruz. Biliyorsun, görüyorsun ve yaşıyorsun sen de. Lakin köre güneşi tarif nasıl imkânsız bir halse işte biz de öylece kapamışız gözlerimizi. Kör değiliz belki lakin ellerimiz gözlerimizin üzerinde, bakıyoruz lakin gördüğümüzü bilmiyoruz. Ama az kaldı biliyorum. Gözlerimizden perdelerin inmesine, dilimizin yeniden dönmesine ve hayallerin hakikatine de az kaldı.
Bizi anlamıyor dünya. “Biz anlaşılamıyoruz” demiyorum, biz anlatamıyoruz kendimizi. Lisanımızı konuşanlar kalmamış gayri dünyada. Bizim gibi yaşayanlar göçmüş de gitmişler. Bir biz kalmışız, en garipleri, en yalnızları… Ama en namuslu ve en şereflileri… “Güzel insanlar güzel vakitlerde yaşayan insanlardır” derler. Ya da belki güzel vakitler güzel insanların yaşadığı vakitlerdir. Zamanı güzelleştiren insanlardır muhakkak.
Bir şairin dilinden söz diye gönlü dökülüyor. Benim onca kelimeyle anlattığımı bir beyitte ne de güzel söylüyor;
“Bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin
Bülbül hâmuş, havz tehî, gülistan harab”
Açıklamaya gerek yok. Sen zaten biliyorsun…
Ve harabat ehlini de hor görmemek lazım…