Kahrını çekeceksin kitabın, hizmetinde bulunacaksın. Senelerce, senelerce hiçbir şey beklemeden diz çöküp emirlerini dinleyeceksin…

-Cemil Meriç-

Çok meselemiz, çok derdimiz var biliyorum. Ve çokça da şikâyet ediyoruz. En ziyade de gençlerden. Oysa ve bence esas meselemiz adam yetiştiremiyor olmamız. Gençlere fırsat vermiyor ve kendi istidadı ve imkânıyla fırsat bulanları da görmüyor ya da görüyorsak da görmezden geliyor olmamız asıl mesele. Bir de şu var elbette ki yetişmiş gençler beklerken onların yetişmesi için ne yapıldığına bakmak lazım. Ne veriliyor ki ne alınacak?

Her alanda ahkâm kesmiş olmayayım ve haddimi aşmayayım diye temkinli yaklaşarak bildiğim, içinde olduğum ve yaklaşık on senedir bilfiil içerisinde bulunduğum alandan bahsedeyim istiyorum. Efendim, çok fazla ve defaatle dert yandığımız bir mesele var. Siz de biliyorsunuz ve her fırsatta her zeminde ısrarla ve yüksek sesle söylüyorsunuz; gençler okumuyor, kitap okunmuyor vesaire… Hayır, yanılıyorsunuz; gençler okuyor ve okunuyor kitaplar. Ama ben istediğim sorudan başlama hakkımı kullanarak soruyorum; gençlere okuyacak ne veriyorsunuz ki, ne okusunlar? Sosyal bilmem hangi mecrada parayla satın aldığı sadece rakam olan “takipçilerle” var olan, -ki siz onlara fenomen diyorsunuz- kim olduğunu Allah’tan gayrı kimsenin bilmediği üç buçuk adamı gençlerin önüne yazar diye çıkarıp da örnek alınacak insanlar diye sunarken onlardan Cemil Meriç’i, Necip Fazıl’ı, Nurettin Topçu’yu, Mehmet Akif Ersoy’u, Yahya Kemal’i, Sezai Karakoç’u ve dahasını okumasını nasıl bekliyorsunuz?

Hadi, itiraf edelim, gerçeği söyleyelim ve vicdanlı davranalım biraz; kalburüstü kabul ettiğimiz yayınevleri ve yayıncılar bile kendilerine dosya gönderen yazar namzetlerinin ne yazdığından, nasıl yazdığından evvel sosyal medyada kaç takipçisi var diye bakmıyor mu? İlmî, fikrî açıdan ve edebî değeri olan üstad kabul edilen ve edilecek istidadı olan yazarların kitaplarını birkaç yüz adet basarken her sayfada bir cümlesi olan ve onun da kahir ekserinin bir başka yazarın kitabından “çalıntı” olduğu bilinen ya da bilinmesi gereken, adı bile çoğu zaman sahte, elifi görse mertek sanacak üç-beş herif-i nâşerifin kitap diye gönderdiği müsveddeleri yüz bin baskılarla piyasaya salmıyor musunuz? Aslında salmıyorsunuz. “Satış stratejisi” deyip düpedüz üçkâğıtçılık yapıyor, kapağına “birinci baskı yüz bin” yazıp belki bin adet basıyorsunuz. Sonra gençler neden kitap okumuyor? Okuyor kardeşim, okuyor. Ama kitap okumuyor. Zira siz de kitap basmıyorsunuz zaten.

Yapmayın be abiler, yapmayın. Yıllarca dirseklerini çürütenlerin, bir kitap yazmak için belki yüzlerce kitap okuyanların, bir cümle için gecelerce uykularından olanların hakkını çalmayın ve zehir zerk etmeyin dimağına gençlerin. Gözlük takıp, sakal bırakıp içinde elif, vav geçen kitaplar yazıp yeşil edebiyat ya da adı her neyse, din entarisine büründürülmüş müstehcenlik satanları, din diye dinsizlik, ahlak diye ahlaksızlık, aşk diye edepsizlik pazarlayanları hiç değilse bizim mahalleden olan, bizden olanlar ya da öyle zannettiklerimiz, sizler çıkarmayın ortaya. Bilmem hangi kitap satış sitesinde çok satan kitaplar arasında olsunlar, orada bulunsunlar diye bedavadan verdiğiniz o “şey”lerle boyamayın insanların gözünü.

İsim vermiyorum doğru; lakin sözün tamamını da ahmak olana söylermiş eskiler. Hem söylemekle bitecek cinsten de değil ki. Kur’an-ı Kerim’de geçmeyen onlarca cümleyi ayet diye “kitap”larına yazanlar, hadis uyduran, hadislere ayet diyenler, bir kitap olsa okudukları dahi şüpheli bunca adam, sizlerin ismi, sizlerin etiketiyle çıkıyor piyasaya. Ve bedeni değilse de zihni zehirliyor. Hadi onlar bir yerlerden mantar gibi bitiverdi de kendilerine “yap” deneni yapıyor, peki ya siz hiç mi okumuyorsunuz bastığınız kitapları, hiç mi görmüyor, hiç mi takip etmiyor ve hiç mi bilmiyorsunuz? Biliyor da yapıyorsanız siz de onlar gibisiniz. Yok bilmiyorsanız, bastığınız kitapları okumuyorsanız daha fena, çok daha fena.

Sonra kabiliyetli, yetenekli ve istidadı olan gençler bekliyorsunuz? Boşa, ne veriyorsunuz ki ne alacaksınız? İçlerinde hudayinabit yetişenleri de ya bir cevap bile vermeye tenezzül etmeden en başında küstürüyor ya da böyle yönlendiriyorsunuz. “Sen de böyle yap” diyorsunuz. Sen de oradan buradan iki üç cümle kırp, hiçbir manası olmayan sözler yaz, orada burada paylaş paylaştır vesaire. En iyi ve insaflı tabirle yaptığınız işe ihanet ediyorsunuz.

Ha, elbette sözüm meclisten dışarı ve hakkıyla bu işi yapanları da tenzih ediyorum lakin yarası olan da gocunsun istiyorum.

İnsan bu, olmayacağını bilse de istiyor işte…