İslam toplumlarının bilim ve fen önünde dogmatik düşünceleri nedeniyle geri kaldıkları tezi iki uzun yüzyıllık bir yalandır. İşin hazin tarafı, bu değirmene toplum mühendisliği olarak ileri sürenlerden daha iştahlı su taşıyanlar da Müslümanlar oldu. Çünkü iliklerimize kadar işleyen aşağılık kompleksini Müslüman toplumların bilinçaltına yerleştirmek için her türlü kitle ikna araçlarını kullandılar.
Sanayi Devrimi’nden bu yana aydınlanma sürecine eşlik edemediğimizi de yerli aydınlarımız hala va’z-ü nasihat ederler. Hâlbuki sanayi de bilim de savaşlar, göçler ve muhtelif misyonlar vesilesiyle toplumlar tarafından yüzlerce yıldır yaşandığı üzere karşılıklı olarak öğrenilir. Çin’de canfes kumaşın nasıl üretildiğini, Şam’da halis demirin nasıl dövüldüğünü cümle âlem bilirdi.
Sanayi Devrimi’nden sonra Batı, bilim ve fennin sağladığı bütün imkânları vicdansızca ve insafsızca sömürge fırsatçılığına tahvil etti. O günkü koşullar göz önünde bulundurulduğunda daha iyi anlaşılacaktır ki buharlı gemilerle ve ateşli silahlarla erişebildikleri bakir kıtalarda ne kadar insan gücü ve tabiat cevheri varsa onlarca yıl vicdan muhasebesi yapmadan sömürdüler. Avrupa’nın bugün ağzımız sulanarak izlediğimiz binalarını bu insanları öldüresiye çalıştırarak inşa ettiler. Altı kıtada kapısı çalınmamış bir yurt bırakmadılar, binlerce yıllık kadim değerleri, gelenekleri ve hazineleri kökünden sökerek yağmaladılar, talan ettiler.
Adına bilim deyip arkeolojik kazılarla yağmaladılar, antropolojik araştırma diyerek fesat çıkardılar. Başını İngilizlerin çektiği bu son nesil çapulcular ordusu gemilerle yanaştıkları bu bakir toprakları yönetmeye ve kilise kontrolünde dönüştürmeye çalışmadı mı! Daha düne kadar bu ülkelerden çıkmadılar. Halen Myanmar’da yaşanan katliam da bu sömürgeci çapulculardan kalan karanlık hesaplar nedeniyle yaşanmıyor mu!
Daha dün Çanakkale’ye kadar dayanıp meseleyi bu topraklara da taşımak isteyenler 15 Temmuz’da da gördük ki vazgeçmiş değiller. Müslüman toplumlar artık neden geri kaldıklarını düşünüp dizlerini dövmeyi bıraksınlar. İçinden geçtiğimiz on yıllar Müslümanların yaşadığı topraklar sömürgecilerin amansız saldırıları altında geçmiştir.
Sürülere çakallar gibi saldıranlar, koyunların neden telef olduğuna şaşıyor. Toplumu savunmak gerekir. Masum milletlerin her türlü kutsalına saldırdıktan sonra kilisenin köhne direklerinde bu masum milletleri onlarca yıldır kırbaçlıyorlar.
Masum ve mazlum milletlerin doğal hazinelerini yağmalarken bile utanmadan Müslüman halkları kilisenin sönük mumları ile aydınlatmaya çalıştıklarını söylüyorlar. Batı en son Arakan’da işgal ettiği topraklardan geri kalan doğal zenginliğin hebası için imkân sağlamak ve göz yummak yöntemi ile sömürgeci emellerini sürdürüyor.
Balkanlar’da Yugoslavya’nın parçalanması projesi hayata geçirilirken on binlerce Müslümanın katledilmesini izlemek üzere görevli “Birleşen Milletler” , Ortadoğu’da yüzbinlerce kadının kocası ölürken kulağının üstüne yattığı gibi Arakan da sadece barışın ve huzurun lafını etmekle yetinecektir.
Sömürgeciler ellerindeki kanı bu meşru misyonlu kamuflajlarla örtemezler. Bu kanlı savaşların ve katliamların planlandığı masalardan kalkarak da insanlığa barış ve huzur telkin etme hakkını kendilerinde göremezler. Masum ve mazlum milletlerin sorunu geri kalmışlık değil onlarca yıldır sömürgeci zalimlerin fitne, nifak, baskı, zulüm, darbe, tecavüz ve katliamları ile geri ve zor durumda bırakılmışlıktır.