Bu hafta dünyanın başını döndürecek gelişmeler yaşanıyor. Son elli yılın en büyük yarılmalarından bir bana kalırsa. İşler dünyada tersine gidiyor. Birleşmiş Milletler, NATO ve AB gibi güvenlik ve birlikte yaşam deneyimlerinin işlevsiz hale geldiği bir dünyada olduğumuzu artık çok iyi biliyoruz. Dünya savaşları sonunda kısmi vicdanı muhasebeler yapan uluslar, kendi aralarındaki ilişkileri düzenleyen kurullar ve kuralları bir bir ihlal ettiler. Devletler insanlardan daha da unutkan. Ne yazık ki 90’larda ölçüyü kaçıran NATO rüzgar ekerken fırtına biçeceğini hesap edemedi. Ekonomik ambargolarla ve savaş ekonomileri ile tek kutuplu bir dünyada sadece zulüm ve kan gördük. Kabaca otuz yıldır Ortadoğu’da kan akıyor. Fakat ne yazık ki kapitalizmin dizginlenemeyen kazanma iştahı bumerang gibi mucitlerini vurmaya başladı.
2000’li yılların başında yaşanan finans krizi tüm dengeleri değiştirdi. Kapalı ekonomiler ve ambargo altındaki ülkeler bu sistemin global risklerine kısmen dirençli çıktı. Tek kutuplu dünya düzeni değişti. Ortaya yeni arayışlar yeni ittifaklar çıktı.
Avrasya bölgesinde Çin ve Rusya’nın başını çektiği yeni bir blok özellikle 2012’den itibaren Suriye ve Irak politikalarında etkin olmaya başladı.
Kırım, Ukrayna, Irak ve nitekim Suriye’de yaşananlar, Rusya’nın başını çektiği bu isimsiz ittifakın patronajını doğruluyordu. İngiltere bu oluşuma yakınlaşmaya başlayınca da İngiltere’nin güvenliğini tehdit edecek paravan örgüt eylemleri süreci yaşandı. Fakat İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılışı ve NATO dışındaki dinamiklerle de işbirliği dengeleri çok değiştirdi.
Bütün bu ilişkiler ve dünyadaki iki kutuplu dengenin Avrasya lehine değişiyor olmasının Ortadoğu’ya ve Türkiye’ye doğrudan etkisi yadsınamaz.
Nitekim her ne kadar son yirmi yıl dünyada bir finans ve ekonomi krizi buhranı yaşanıyor idiyse de hesaplaşma ve pazar arayışı vekâlet savaşları nedeniyle Ortadoğu’da cereyan ediyor.
Bizim yanı başımızda yaklaşık yirmi yıldır savaş yaşanıyor. Son iki yılda Suriye ve Irak semalarında Rusya’nın bilgisi dışında kuş uçmuyor.
Bu yüzden bu hafta Rusya ile İngiltere arasında yaşanan casus krizi bir eski ajan temizliğinden öte bir anlam taşıyor.
Konunun kamuoyuna yansıyan kısmı çok sınırlı. İki taraflı çalışmaya başladığı iddia edilen eski bir Rus istihbarat ajanı Rusya’da yargılanmış ve İngiltere ile yapılan mütekabiliyete dayalı takas yoluyla serbest kalmıştı. İngiltere’de kızı ile birlikte sinir gazı ile zehirlendiği iddia edilen eski ajan meselesini İngiltere ve NATO ülkeleri tarihi bir fırsata çevirdi. Ülkelerindeki ve NATO bünyesindeki diplomatları sınır dışı etmeye başladılar. Ortada bir Avrasya sinerjisi söz konusu iken böyle bir gerilim sürecine geçilmiş olması dünyada baş döndürücü bir hareketliliğe neden oldu.
Arka planı tam olarak anlaşılabilecek bir kriz değil elbette. Hiçbir zaman da açıklığa kavuşmayacak. İngiltere ve Rusya’nın başbakan ve bakan düzeyinde bu derece aleni bir tavır içinde olmaları durumun vahametini anlamaya yetti.
Rusya’nın ispat konusundaki ısrarcılığı dışında bir savunma yöntemi kalmadı. Bu da bir strateji elbette. Aksi halde bir devletin kalıcı bir itibar kaybının maliyeti daha yüksek olacak.
Bizi bu iki derin istihbarat oyunları ilgilendirmiyor. Fakat bu krizin Ortadoğu’ya ve Suriye politikalarına nasıl yansıyacağı daha önemli.
Tekrar soğuk savaş dönemi koşullarına mı dönülüyor, yoksa herkesin aklına geldiği üzere Rusya soğuk savaşın intikam duygusu ile mi hareket ediyor. İngiltere ve Rusya arasındaki ilişkileri sabote etmek üzere bir provokasyonla karşı karşıya olunduğu zayıf ihtimal. Kartlar büsbütün yeniden karılıyor. Savaşın soğuğu da sıcak…