Güncel siyaseti ve iktidarları aşan, çok derin ve köklü ilişkiler inşa eden ve son yıllarda fark etmeye başladığımız yepyeni bir diplomasi türü, bilim diplomasisi.
Biz yeni fark ediyor olsak da İngilizler ve ABD çok erken fark etmiş bu diplomasi alanını.
Bugün dünyadaki liderlerin yarısının ya İngiltere ya da ABD üniversitelerinden mezun olduğunu düşününce ne demek istediğim çok daha net anlaşılacaktır.
Bugünlerde Suriye’de devrim sonrası oluşan yeni yönetimde, Türkiye’deki üniversitelerden mezun olan isimlerin yer almasıyla gündeme gelen Türkiye’deki uluslararası öğrencilere biraz mercek tutmakta fayda olduğunu mülahaza ediyorum.
Bugün Türkiye’de -100 bini İstanbul’da olmak üzere- 336 bin uluslararası öğrenci bulunuyor.
Bu rakamla Türkiye, dünyada en fazla uluslararası öğrenci barından ilk 10 ülkeden biri konumunda.
Daha sonra açacağım çok farklı kıymetleri yanında, en azına tekabül etse de bu öğrencilerin ekonomimize katkıları ise yaklaşık 2,5 milyar lira.
Tabii bu alanda yaklaşık bir milyon öğrenciyle ve yıllık yaklaşık 40 milyar dolarlık gelirle ABD başı çekiyor.
Avustralya ikinci, İngiltere ise üçüncü sırada.
En fazla yurt dışına öğrenci gönderen ülkelerde ise birinci Çin, ikinci sırada Hindistan yer alıyor.
Eğitiminin kaliteli, teknik ve fizikî altyapısının güçlü, hoşgörüsünün yüksek olması gibi nedenlerle söz konusu öğrencilerin daha fazlasını çekebilen ülkeler, bu öğrencelerin oluşturduğu sinerjiden en üst seviyede yaralanmış oluyor.
Fazla olduğunu dile getirenlere karşı her zaman ifade etmeye çalıştığım şey -uluslararası öğrenciler düşünüldüğünde- 200 civarındaki üniversite sayısının fazla olmadığıdır.
Çok iyi bir planlamayla, bütün potansiyele göre iyi bir dağılım oluştuğunda ve kabuller buna göre yapıldığında, kısa sürede öğrenci sayısında 500 binleri hatta -Cumhurbaşkanı’nın da ifade ettiği gibi- bir milyon seviyelerini görmek hiç imkânsız değildir.
Türkiye’nin son yıllarda sergilediği dış politikanın kazanımları ve savunma sanayisinde ortaya çıkan teknoloji çok ciddi bir cazibe oluşturmaktadır.
Buna bir de Türkiye ile tarih, inanç, kültür ve coğrafi yakınlık üzerinden kurulan bağlar eklendiğinde çok daha yüksek bir potansiyel olduğu rahatlıkla kavranabilir.
Bu konu çok ciddi stratejik bir bakış gerektiriyor.
İktidarın çabaları ile ivmelenen ve değeri hesap edilemeyecek bu kıymetin, popülist yaklaşımlarla kavranması mümkün değildir.
Bu noktada hâlâ yeterli olmadığımızı gösteren çok açık bir örnek vereyim. Bugün hakkında çok fazla haber yapılıyor olmasına rağmen 28 Aralık 2024 tarihinde İstanbul Teknik Üniversitesi ev sahipliğinde gerçekleşen, Uluslararası Öğrenci Dernekleri Federasyonu tarafından 10’uncusu düzenlenen “Uluslararası Öğrenci Sempozyumu”na medyanın ilgisi çok yetersizdi.
Çok belli ki duygularımızı kabartan Suriye’deki yeni devlet adamlarının Türkiye’de okumaları mevzusu, bilimsel olarak o kadar da odağımızda değil.
Zaten salonda da -protokol, dernek yöneticileri ve konuşmacılar hariç- neredeyse hiçbir Türk’ün olmayışı, bunun çok açık bir göstergesidir.
Oysa Suriye’deki somut gelişmeler yaşanmadan önce, zihin gözüyle bu değeri fark edenler olmasaydı bu sonuçlar alınamazdı.
Ümit Özdağ gibi faşizan zihniyetler son dönemlerde bu atılıma çok ciddi zararlar verse de yüreği fethedilmiş bir öğrencinin ülkesine döndüğünde geliştireceği ilişkinin değeri hesapsızdır.
Ülkemizde eğitim almış bir uluslararası öğrencinin ülkesinde bir yazar, sanatçı, gazeteci, müzisyen ya da siyasetçi olarak milyonlara hitap ettiği düşünüldüğünde, en güçlü diplomasi ağı kurulmuş olacaktır.
Bir Afrika ülkesindeki kardeşimiz (Yüksek lisans eğitimini Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesinde, doktorasını İbn Haldun Üniversitesinde tamamladı) ülkesine dönünce bir düşünce kuruluşu kurdu ve günümüzde ülkesi adına dünyadaki diyalog toplantılarına katılıyor.
Bütün TV ve radyolarda yorumlar yapıyor.
Ülkesindeki hassasiyetler sebebiyle ismini yazmayacağım ama bu kardeşimiz, “Ben o ülkenin ekmeğini yedim, nasıl vefasız olabilirdim.” diyerek 15 Temmuz’da neden meydana indiğini bizzat bana anlattı.
“Türkiye benim ikinci ülkem. Gittiğim her yerde onun da şuuruyla konuşuyorum.” diyor.
Bu, şahit olduğum sadece bir örnek.
Bunun bile değeri paha biçilemez.
Birilerinin zihin gözlerini ırkçılık bürüse de bu değer ve diplomasi, en kalıcı ilişkileri inşa ediyor ve edecek...
YÖK ve akademimiz söz konusu zenginliği fark etmiş durumda.
Darısı ırkçı, ideolojik kafalara…