Kimi zaman hüzünlendik, kimi zaman sevinç gözyaşları akıttık. Siyasi tartışmalar, ekonomik zorluklar, dış politikada yaşanan olumlu-olumsuz gelişmeler altında bir yılı daha geride bıraktık.

2024’e, içerideki enflasyonla, fahiş fiyatla ve terör örgütleriyle kararlı mücadele damga vururken dışarıda ise özellikle Suriye’de zulüm rejiminin devrilmesi, terör devleti İsrail’in hak hukuk tanımaz insanlık dışı vahşeti ve Rusya-Ukrayna arasındaki savaş tarihe not düşülecek gelişmeler olarak kayıtlara geçti.

Türkiye’nin, yarım asırlık Karabağ meselesini çözüme kavuşturan hamlesinden sonra 61 yıllık Baas rejiminin yerle yeksan edilmesinde oynadığı rol, küresel ve bölgesel anlamda ne kadar etkin bir güç olduğu gerçeğini bir kez daha bütün dünyanın beynine kazıdı.

Türkiye’nin Osmanlı’dan miras kalan ‘süper güç’ kimliğinden ve binlerce asırdır genlerinde taşıdığı ‘ordu-millet’ gerçeğinden korkan Batı ülkelerinin, ülkemize yönelik silah-teçhizat-teknoloji ambargoları ise devletimizi, göbeğini kendi kendine kesmeye itti. ‘Kötü komşu insanı ev sahibi yaptırır’ sözü hayat buldu ve Türkiye 2024’te, savunma sanayisinde ve teknolojik alanda dünya devlerini tedirgin eden, dost ülkelerin ise yüreğine su serpen devasa adımlar attı.

Uzun menzilli karadan karaya güdümlü füzeler, fırlatma araçları, komuta kontrol araçları, bakım araçları ve millî imkân ve kabiliyetlerle geliştirilen 5. Nesil millî savaş uçağımız ‘Kaan’ geçtiğimiz yıl ilk uçuşunu gerçekleştirerek Türkiye’ye F-35 konusunda sürekli sorun çıkaran sözde müttefiklere gözdağı verdi.

SİHA ile İHA’daki teknolojisi ve elde edilen başarılarla dünya liderliğine koşan Türkiye, AKINCI, Kızılelma ve ANKA-3 ile de sektörün öncüleri arasındaki yerini aldı.

Millî gemimiz, millî uydumuz ve millî mühimmatlarımızla da etkin bir güç olduğumuzu tüm dünyaya ilan ettik. 2000’li yılların başında yüzde 20’lerde olan yerlilik-millîlik oranının yüzde 80’lere yükseltilmesi ise bambaşka bir başarı öyküsü.

Bütün bunları özetle de olsa hatırlatma gereği duydum; zira özellikle çevremizde yaşanan gelişmeler, bizi güçlü bir siyasi iradeye, güçlü bir ekonomiye, güçlü bir orduya âdeta mahkûm etmekte.

Suriye’de, Gazze’de, Libya’da, Balkanlar’da, Doğu Türkistan’da ve hatta Afrika’da mahzun, mahkûm ve mazlum bir şekilde hayatta kalma mücadelesi veren milyonlarca kandaş-dindaş ve arkadaş, Müslüman Türk’ün bölgede ve dünyada adaleti tecelli ettireceği günü umutla beklemektedir.

Suriye’nin özgürleşmesi sonrası Türkiye’nin 1947’den bu yana ilk defa dolaylı yoldan da olsa İsrail ile kara sınırı oluşturması, belki de geçtiğimiz yılın en önemli hadisesi olmuştur. Terör devletinin fütursuz ve şuursuz şekilde Suriye sınırındaki yerleşim yerlerine saldırıp 25-30 kilometrelik bir bölgeyi işgal etmeye yeltenmesi, güçlü-donanımlı Türk askerine karşı tampon bir bölge oluşturma korkusunun tecellisidir.

Ama korkunun ecele faydası yok!

Yıllardır binlerce Filistinli masumu katleden; bebeklerin, hastaların dahi üzerine bomba yağdırmaktan çekinmeyen, uluslararası hukuku hiçe sayarak işgal ve tecavüzlerine hız veren İsrail, merhum Necmettin Erbakan’ın da yıllar önce telaffuz ettiği gibi “Sadece güçten anlar”. Türkiye ve özellikle Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan her platformda Filistin’in sesi olsa da, İsrail’in vahşetini uluslararası topluma haykırsa da oluşan etki birkaç ‘cılız’ tepkinin ötesine geçmemektedir. İslam ülkeleri dahi Gazze ve Kudüs konusunda yarım ağız, korkak kınamalarla yetinmektedir.

Dün, yani 2025’in ilk gününde sabah namazı sonrası Galata Köprüsü’nde buluşan on binlerce Müslüman’ın, "Dün Ayasofya, bugün Emevi, yarın Aksa" diye tek ses, tek nefes olması; zalimin en kısa zamanda zail olacağının en büyük göstergesidir.

Mazlumların; siyasi polemiklerden, kısır çekişmelerden uzakta Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı Çerkez’i, Sünni’si ve Alevi'si ile bütünleşip tek yumruk olmuş güçlü, etkili, kararlı bir lider ülkeye ihtiyacı var.

2025’in hem Türkiye’de birliğin-dirliğin sağlandığı hem de dünyada barış ve esenliğin tesis edildiği bir yıl olması dileğiyle…

Kalın sağlıcakla.