Geleneklerini en iyi yaşatan yerler köylerdir… Bunun sebebi köylerdeki değişimin çok daha yavaş seyretmesiyle ilgilidir…

Bugün neredeyse yüzde on, on beşlere kadar inmiş olan bir köylü nüfustan bahsediyoruz…

“Şehirleşmek” ile “şehirlileşmek” aslında çok farklı şeylere tekabül etse de bu, nüfusun köyden kente aktığı gerçeğini değiştirmiyor…

Evet, modern kaynaklar şehirde yaşayan nüfusun artışını bir “gelişmişlik” kriteri olarak sunuyor… Fakat nitelikli bir gelişmişliğin altını da mutlaka çizmek gerekir diye inanıyorum…

Şehrin kendine has bir kültürel formu olmakla birlikte, kozmopolit oluşu ve hızı ile geleneği ciddi manada tehdit ediyor…

Modern şehirler “kültürlere açığız” deseler bile, zaman içerisinde bütün kültürleri kendi gerçeklerinde eritiyorlar…

Bu eritmenin ne denli güçlü olduğunu, kuşaklar arası farklılaşmalara bakarak anlamak mümkündür…

Eric Hobsbawm’ın ifadesiyle “gelenek ambarı” boşalmış olan bir milletin, şehirde çok daha dikkatli olması gerekir…

Şehirleşmenin gelenekler açısından oluşturduğu risk, sadece onun ambarını boşaltması değil aynı zamanda “gelenek icadı” yapabilmesidir…

Öncesi olmayan her toplumun başvurabildiği gelenek icadının temel amacı ise ne kadar köklü olunduğu iması uyandırılarak, şehrin sakinlerinin oraya ait hissetmesini sağlamaktan ibaret; “Biz burada çook eskiyiz”in kattıkları olarak…

Bir toplum ait olduğu coğrafyadan çıktığı andan itibaren “göçebe”dir bana göre; velev ki kendi ülkesi olsun…

Ambarını boşaltmış bir köylü, artık güvende değildir eskisi kadar…

Göçü göze alanların ve özellikle de “öncü göçebe”lerin yaşadıkları düşünüldüğünde, sadece Avrupa’ya gidenler değil, İstanbul’a gelenler de ciddi şoklar yaşadılar…

Şehirler -özellikle de günümüzde- dünyanın her yerinde az ya da çok birbirine benzerler…

O sebeple şehirden şehire göç etmekle, köyden şehre göç etmek aynı parametrelerle izah edilemez…

“Hayatta hiçbir şey verili değildir, ama her şey kuruludur” gerçeği hem köyü hem de şehri kapsar; insanın edip eyledikleri açısından…

Fakat şehri kuranlar ile köyü kuranların demografik sadeliği mukayese bile edilemez…

“Gelenekli yeniliğin” tarafında duran birisi olarak şunu ifade etmek isterim: Geleneğini kaybetmiş “yeni”, ambarı boşalmış bir köylüdür; çaresiz, şaşkın ve güvensiz…

Güvende olma hissinin en büyük güvensizlik oluşturduğu bu hız çağı, insana kazandırdığı “sahte güven” duygusuyla, onu çok daha savunmasız hale getirerek alıyor ambarındakileri…

Kazanç ve kayıplarımıza bir de buradan bakmalı; kanaatimce…