Ben insanın söylemden ziyade eylemle mükellef olduğuna inananlardanım.

Söylemini eylemle desteklememek ikiyüzlülük gibi gelir bana.

Bu her birimiz ve hepimiz için geçerli bir durumdur.

Yani yazarın yazması, çizerin çizmesi, düşünürün söylemesi, habercinin haber yapması, yorumcunun konuşması, bireysel ve toplumsal mükellefiyetlerinin bittiği anlamına gelmez.

Her kişi konuştuğu gibi er kişi de tabii ki, hak ve hakikati söyleyecektir.

Ancak kişi iyiliği yaymakla beraber yapmak, kötülüğü engellemekle beraber terk etmekle de mükelleftir.

Ne yazık ki, yaşadığımız bu çağda işlerin böyle gitmediğini müşahede ediyorum.

Görev, konum ve unvanların insani mükellefiyetin önüne geçmesi, belli bir zaman sonra o insanın kendi öz benliğinden kopmasına neden oluyor.

Ve bir müddet sonra kişi, insan olma gerçeğinden koparak varlık sebebini omuzlarındaki apoletlerle bağdaştırıyor.

Televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde, konferans ve panel salonlarında konuşanların söylem ve eylemlerinin birbiriyle çelişmesi normal bir durum olmasa gerek.

Hem bu kadar iddialı ve büyük konuşan insanların sırtına daha büyük bir yük binmiş olmuyor mu?

Topluma sağlıklı bir düşünce ve pak bir eylem öneren bu insanların ilk önce bunu kendileri yapmaları gerekmez mi?

Giderek yozlaştığımızdan şikayet edenlerin, dönüp kendilerine de bir göz atmaları icap etmez mi?

Bir insan, yazar, çizer, yorumcu, haberci ya da düşünür olunca Allah’ın indinde özel bir parantez içinde mi yer alıyor?

Seçilmiş mi oluyor yani?

Ya da o kişinin üzerinden “yapma ve yapmama fiili” için kalem kaldırılmış mı oluyor?

Kimim ben ve kimsiniz siz?

Benimle fabrikada, inşaatta ya da Çukurova’da bir tarlada çalışan bir yevmiyecinin ne farkı var?

İkimiz de ücretle çalışmıyor muyuz?

Hem topluma hitap eden ve topluma yön veren insanların daha dolu, daha donanımlı olması gerekmez mi?

Doluluk ve donanımlılık bir söylem değil bir eylem fiili değil mi?

Hepimiz biliyoruz ki, yeryüzünde tüm iyi insanlar “iyilik yaptıkları için” iyi insan olmuşlardır.

Bu bireyler için de toplumlar için de böyledir.

Yani iyi insanlar iyi şeyler söyledikleri için iyi insan olmamışlardır.

İyilik fiili, bir eylem türüdür.

Kötülük de öyle!

Yeryüzünde kötü insanların hepsi kötülük yaptıkları için kötü insan olmuşlardır.

İsterseniz bunun için geçmişten bugüne, başınızı kaldırıp bir bakın, iyi ve kötü insan portrelerine.

Mesela Firavun, Nemrut, Ebu Cehil, Neron, Stalin, Hitler, Mussoluni, Saddam, Kaddafi ve Esed…

Kötülük yapan bir tek iyi insan göstermezsiniz bana.

Hakeza iyilik de böyledir.

Sebe Melikesi Belkıs, Habeş Kralı Necaşi, adalet timsali Hz. Ömer, Ömer bin Abdülaziz, Selahaddin Eyyubi, Bediüzzaman Said Nursî, Süleyman Hilmi Tunahan, İskilipli Mehmed Âtıf Hoca…

İyilik yapan bir tek kötü adam da gösteremezsiniz.

Kısacası sen ve ben, iyiliği yapmakla ilk mükellef olanlardanız.

Aksi halde bir zaman sonra söylediklerimiz ve yazdıklarımız havada kalmış olacak-oluyor.

Böyle olmasaydı bu gençlik senden ve benden değil de popçu, rock’çı ve metalciden etkilenir miydi hiç?

Ne diyordu Hz. Mevlana: Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol!

Ya anlattığını yaşa ya da yaşadığını anlat!