Dünya aldatıyor insanı. Her gün bir başka ve her an bir başka şey düşüyor hatırına ve neticede asıl hatırlaması gerekeni unutuyor. Unutmak, insani bir maraz biliyorum. Ama yine de unutmamak için onca şey oluyor etrafımızda. Lakin yine de görmek zor iş bunca perde varken.

Bir vakitler bilmem sevdiğim bir dost mu yoksa kitabını okuduğum bir kâtip mi “Bu dünyada feda edebildiklerin kadar büyüksün” demişti. (Belki de ben söylemişimdir, bilemiyorum) Ya feda edebildiklerimiz daha da azaltıyor, daha da noksan ediyor daha da küçültüyorsa bizi?! Biz bu dünya hanına sahip olmaya değil de şahit olmaya gelmemiş miydik? Öyle dememiş, öyle inanmamış mıydık? O vakit sahip olduklarımız aslında sahip olamadıklarımız değil mi yani? Demem o ki neye “benim” desek o bizim değil aslında. Tuhaf bir hal biliyorum. Zihnimdeki acayip, acayip olduğu denli de aşırı cümlelerle karıştırmayacağım aklını kâri. Niyetim biraz düşünmeni sağlamak, zira ben sana yazarken düşünebiliyorum. Feda etmek, her şeyi… Ama ne için? Dünya için ise o gafleti ta en başta yaptık biz zaten. Dünyayı cennete feda eden de biz değil miydik?

Sen de çok zaman diyorsun biliyorum, hüzne her boğulduğunda, dertlere tutulduğunda “Yalnızım” diyorsun. Öyle zannediyorsun. Kendini kimsesiz vehmediyorsun. Sana inandırılmış olan yalanı bir kez de sen terennüm ediyorsun. Sana bir sır vereyim kâri; yalnızım dediğinde dahi yalnız değilsin sen. Seninle olan, sende olan, sen olan belki de Biri var hep. Lakin asıl soru şu -ki çok evvel vakitte sorulmuş- sen neredesin, kimdesin, kiminlesin?

Böyle söylemiştim bir vakitler. Bakıyorum ve okuyorum da -en azından bende- neredeyse hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum ve üzülüyorum buna. Zira biz bir günü diğerine denk olmayanlar olmalıydık. Dünyaya bu denli aldanmamalıydık. Kanmamalı, kandırılmamalı ve feda etmemeliydik vazgeçmememiz, vazgeçmeyi dahi düşünmememiz gerekenleri. Ama öyle mi? Değil mi? Bilmiyorum. Sadece soruyorum, çokça soruyorum.

Geçmiş zamanlarda yaşamış olmak ister miydin sen de bilemem kâri. Ya da ben gibi geçmiş vakitlerde yazılan şiirlere meftunluğun, hayranlığın, hatta hastalık kertesine varmış bir meczupluğun var mıdır ki senin de? Yoksa şayet üzülürüm, üzme beni! Mazi denince senin de gözlerinin karası dahi nura boyanır mı mesela? Gözlerine nur, sinene bir parça sürur düşer mi? Bilemem elbette bunları ama diyeceğim şu ki ben adam deyince, zaman deyince, şair deyince, şiir deyince, an deyince ve hatta iman deyince zihnim bu anı terk ediyor da mazide bir şairin rahlesinde yakılmış bir şem’in etrafında dönen pervane oluveriyorum.

Ve sonra o şairlerden birinin dilinden şiirler okuyorum sükûnet buluyorum.

Bir vakte erdi ki bizim günümüz

Yiğit belli değil mert belli değil

Herkes yarasına derman arıyor

Deva belli değil dert belli değil