Bazen kör oluyor insan. Çevresinde, yakınında neler var ve neler olup bitiyor; farkına varamıyor. Ya da belki de bunca yaşama telaşı gözlerimizi kör ediyor, bilemiyorum. Gözümüzün hemen önünde olanları görmek bile imkânsız bir hâl alıyor ve sonra yokmuş ve olmamış gibi neredeyse her şeyden habersiz yaşayıp da gidiyoruz.

“Bir selam verip de gitmeye” geldiğimiz bu dünyada aslında çok da önemli olmayan onlarca şeyi o kadar büyütüyoruz ki gözümüzde görmemiz gerekenleri göremez, duymamız gerekenleri duyamaz, bilmemiz gerekenleri bilemez ve söylememiz gerekenleri söyleyemez olduk.

Acayip bir şey bu. Gerçekten çok acayip bir şey. Yani şöyle bir bakınca 1980’li ve 1990’lı yılların hatta 2000’li yılların da başlarının üzerimizdeki o durduran etkisiyle; bazı şeyleri söylemenin durdurulduğu zamanlarda bile böyle olmadığımızı düşünüyorum ben. Yani “şunu söyleyemezsin” dendiğinde onu daha çok söylüyorduk o zamanlarda. “Şunu yapamazsın” dendiğinde onu daha çok yapıyorduk. “İnandığın gibi yaşama” dendiğinde inandığımızı daha çok yaşıyorduk.

Şimdi bakınca üzerimizde böyle bir etkinin ve baskının olmadığının farkındayım. Peki ama o zorlu denebilecek günlerde, her bir koldan durdurulduğun vakitlerde daha bir aşkla ve şevkle yürüdüğün zamanlardaki insanlara ne oldu? Yani bir çeşit kavganın içinde alacağı yaraları çok da düşünmeden meydana çıkıp hakikat bildiği her şeyi söylemeye cesaret eden ve bundan da hiç çekinmeyen insanlar vardı. Bugünse hepimiz rahat rahat ve kavga etmeden, yani yumruk yemek zorunda olmadan hakikati söyleyebilecekken dilimizi bağlayan ne?

Bir garip soru ve bir garip hâl bu. Çünkü tam olarak verilecek bir cevabı yok. Onlarca farklı alandan yüzlerce farklı sebep sayılır ama ben gerçeği merak ediyorum. Rahatlık bize yaramıyor mu mesela? Güç bizim üzerimizde eğreti mi duruyor? Aramak konusunda mahiriz tamam ama aradığımızı bulunca ne yapacağımızı falan mı şaşıyoruz acaba? Cebimizde para, elimizde güç olunca şımarıyor muyuz?

Bunların her biri benim için birer sorudan ziyade asıl sorumun cevapları. Yani bunları sorarken “Bence bu sıkıntının sebepleri bunlar” demeye çalışıyorum biraz da. Belki benim söylediklerim de bir cevap değil ama en azından bir kısmının düşünülmesi gerektiğine inanıyorum.

Ben pek çok şeyin “Kazandım” dendiği anda kaybedildiğine inananlardanım. Sanırım bizim de sorumuz burada. Çabuk aldanıyoruz dünyanın rengine. Bir garip oluyoruz. Sarhoş değil belki ama aklımızı da pek yerinde durduramıyoruz yani. “Bir yerlerimiz” çabuk oynuyor. Belki başka yerlerde ya da başkalarında farklıdır ama bizi acılarımız, dertlerimiz, sıkıntılarımız ve zor zamanlarımız bir araya getiriyor.

Ve galiba derdimizi unuttuğumuzdan birbirimizi de unutuyoruz.