İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü katliam ve soykırım yedi ayını doldurdu. Tüm dünya 219 gündür İsrail mezalimini izliyor ve bu vahşet karşısında nutku tutulmuş bir şekilde bekliyor.

Şimdiye kadar hep şunları sorduk:

-Efsunlanmış gibi duran dünya, İsrail’i durdurmak için neyi bekliyor?

-İsrail’i kim ve nasıl durdurabilir?

Bu konuda farklı görüşler ortaya atıldı. Kimileri “İsrail’i sadece ABD’nin durdurabileceğini” söylerken kimileri de “Ancak İsrail halkı son verebilir hükûmetlerinin bu hukuksuzluğuna” dedi.

Aslında her iki seçenek de doğruydu.

Evet, ABD’nin İsrail’i durdurabilecek gücü ve imkânı vardı. Ama zaten İsrail’i bu kadar azdıran, uluslararası hukuktan mahfuz hâle getiren de ABD değil miydi?

O zaman nasıl olacaktı da ABD yönetimi, kendi yarattığı canavarı dizginleyecekti? Ya da gerçekten dizginlemek istiyor muydu?

Bu konuda kafalarımız karışık. Zira ABD yönetiminden farklı sesler geliyor. Beyaz Saray, Dışişleri ve Pentagon’un söylediklerine baktığımızda ABD’nin tek bir İsrail politikası olmadığını, her kurumun faklı bir pozisyonu olduğunu müşahede ediyoruz maalesef.

Hâliyle bu durum İsrail’in işine geliyor ve ender de olsa yaşadığı sıkışmışlıklardan bir şekilde sıyırılıyor.

Yani bu koşullar altında ABD’nin İsrail’i durduracak yegâne güç olduğu söylemini artık tedavülden kaldırabiliriz.

Diğer güç olarak bahsettiğimiz İsrail halkının da devam eden katliama engel olma konusunda bazı kısıtları olduğunu söylememiz gerekiyor.

Aslına bakılırsa İsrail sokaklarında uzun süredir Netanyahu ve aşırı sağcı hükûmeti protesto ediliyordu.

Bu protestolarda önce Netanyahu’nun, hakkındaki yolsuzluk davalarından dolayı istifa etmesi talep edilirken 2023 başından itibaren ise hükûmetin ekonomik sorunları çözmek yerine yargıyı ele geçirme planı olarak görülen yargı reformu yasasının iptal edilmesi istenmeye başladı.

Son olarak da hükûmetin 7 Ekim’de Hamas tarafından ele geçirilen rehinleri kurtarmak için yeterli çabayı sarf etmemesi ve onları kurtaracak bir anlaşmaya varmak yerine saldırılara devam edip rehinelerin ölümüne sebep olması eleştirilmeye başlandı.

Her cumartesi Tel Aviv başta olmak üzere tüm şehirlerde sokakları dolduran protestocuların Netanyahu’yu istifaya çağırıp ülkeyi derhâl erken seçime götürmesini istemelerine rağmen şimdiye kadar bu isteklerinin karşılık bulduğunu söylememiz mümkün değil.

Zira sokaklara çıkan topluluklar azınlıkta kalıyor. Her ne kadar yapılan anketlerde Netanyahu’nun muhtemel bir erken seçimde başbakanlığa veda edeceği ve muhalefetteki merkez partilerin hükûmet kuracak çoğunluğu yakaladığı ileri sürülse de İsrail hükûmetinin arkasında hâlâ hatırı sayılır bir milliyetçi-muhafazakâr bir kitlenin olduğunu söylememiz gerekiyor.

Bu kitlenin hükûmetten ne istediğine baktığımızda ise rehinlerin kurtarılmasını sağlayacak muhtemel bir ateşkes veya rehine takası anlaşması yerine her şeye rağmen Gazze operasyonunun devam etmesini ve Hamas’ın tamamen ortadan kaldırılmasını istediklerini görüyoruz.

Dolayısıyla şimdilik kaydıyla belirtmek gerekirse her gün sokaklarda gördüğümüz rehine yakınları ile hükûmetin icraatlarından memnun olmayan ve hemen erken seçim yapılmasını isteyen sol muhalefetin Netanyahu’yu durdurması mümkün gözükmüyor.

İsrail’i durduracak yegâne iki seçeneğin de işlevsiz kaldığını anladığımıza göre artık yeni bir yola başvurulması elzem gözüküyor.

Aslında bu seçeneğin değişik formlarda da olsa bir süredir kendini gösterdiğini fark etmiştik. Ancak bu kadar yayılabileceğini ve önceki iki seçenekten daha etkili sonuçlar alabileceğini hesap edememiştik.

Evet, sizin de tahmin ettiğiniz gibi bu seçenek, “İsrail’e karşı uluslararası izolasyon”.

Her ne kadar bu kavrama pek çoğumuz aşina değilse de Güney Afrika’nın apartheid rejiminin yıkılmasını sağlayan da bu olmuştu.

Nasıl ki o vakit Güney Afrika, ırkçı rejimin cezalandırılması için tüm uluslararası kuruluşlardan çıkarılmış, diplomatik ilişkiler kesilip türlü yaptırımlar uygulanmışsa bugün benzer bir uygulamanın İsrail için yapılması tek çıkar yol olarak gözükmektedir.

Zaten son zamanlarda yaşanan bazı gelişmeler, başta ABD ve diğer Batılı ülkelerde olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarında benzer bir eğilimin ortaya çıktığını ve hızla yayıldığını bize göstermektedir.

Bunların en belirgin olanı ise ABD’deki üniversitelerde ortaya çıkan kampüs protestoları olmuştur. Zira protestoya katılanlar; üniversitelerinin bu süreçte İsrail’e destek vermemesini talep ederken üniversiteler dâhil hiçbir İsrailli kurum veya şirketle ilişki kurulmamasını da şart koşmuşlardır.

Kampüs protestoları ABD’nin ardından Avrupa’ya da sıçramış ve hâlihazırda büyük bir tempoyla devam etmektedir. İsrail bu protestoları başlarda çok önemsemese de artık bir ulusal güvenlik meselesi olarak görmeye başlamış ancak her türlü kirli girişimine rağmen engel olamamıştır.

Bu süreci “küresel intifada” şeklinde tanımlayanlar olduğu gibi, “küresel vicdanın harekete geçmesi” olarak görenler de mevcuttur. Bendenizin bu konudaki öngörüsü ise daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, İsrail’in ve Yahudilerin ABD üzerindeki tasallutuna son verecek muhtemel bir “Amerikan Baharı’nın” yaklaşmakta olduğu şeklindedir.

İsrail’e karşı uluslararası izolasyonu kolaylaştıracak ve hızlandıracak en somut şeyin bir uluslararası mahkeme kararı olacağı düşünülünce, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail aleyhine açtığı soykırım davasının ne kadar faydalı olduğu/olacağı anlaşılacaktır.

Zira mahkeme henüz nihai kararını dahi vermemişken 26 Ocak 2024’te açıklanan ara kararda İsrail’e karşı bazı ihtiyati tedbirlere hükmedilmesi bile bazı ülkeleri etkilemiş ve akabinde Güney Afrika’nın yanında davaya müdahil olma açıklamaları gelmeye başlamıştır.

Şimdiye kadar 50’den fazla ülke Güney Afrika’yı desteklediğini açıklarken Kolombiya, Nikaragua, İrlanda ve Libya resmî olarak davaya müdahil olma başvurusunu yapmış ve Türkiye de bu konudaki niyetini resmî olarak açıklamıştır. Süreç içerisinde daha çok ülkenin de davaya müdahil olması beklenmekte ve bu sayede İsrail’e karşı başlatılan izolasyonun genişletilmesi hedeflenmektedir.

Ayrıca mahkemenin ara kararından sonra, Türkiye’nin önce İsrail’e bazı ticaret kısıtlamaları getirmesi ve ardından da ticareti tamamen keserek, İsrail’i uluslararası hukuka uymaya zorlayıp Gazze’de vakit geçirmeksizin ateşkes sağlanmasını talep etmesi de diğer ülkeler için esin kaynağı olmuştur.  

Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail aleyhindeki ara kararı sonrası Hollanda’daki bir mahkemenin aldığı kararla, ülkede üretilen F-35 yedek parçalarının İsrail’e satılmasının yasaklanması da uluslararası izolasyona bir örnek oluşturmuştur.

Benzer şekilde Kanada ve İtalya’nın da İsrail’e silah satışlarını durdurması, İsrail’in izole edilmesine yönelik adımlar olarak görülebilir.

ABD’nin de özellikle kendisine söz verilmesine rağmen Refah’a yönelik operasyon başlatılması üzerine, İsrail’e bazı mühimmatların sevkinin durdurulduğunu açıklaması bu süreçteki önemli eşiklerden biri olmuştur. Keza ABD’nin kerhen de olsa İsrail’e yaptırım uygulaması şimdiye kadar ABD nedeniyle bundan imtina eden pek çok ülkenin elini rahatlatmış ve yeni yaptırımların önünü açmıştır.

İsrail’e yönelik uluslararası izolasyonun son örneğini ise 11 Mayıs gecesi İsveç’in Malmö şehrinde yapılan 68. Eurovisiyon Şarkı Yarışması’nda gördük.

Her ne kadar İsrail’in yarışmadan menedilmesine dair talepler organizasyon komitesi tarafından reddedilse de İsrailli şarkıcı Eden Golan’ın sahnede yuhalanmasının önüne geçilememiştir. Ayrıca salonun dışında toplanan binlerce kişi de İsrail’i protesto edip İsrail’in boykot edilmesini talep etmiştir.

Bunların yanı sıra Belçika’nın VRT televizyonu, sahne sırası İsrailli şarkıcıya geldiğinde yayını keserek İsrail’i protesto etmiştir.

Hatta komite tarafından yasaklanmış olmasına rağmen pek çok katılımcı salonda Filistin bayrağı açıp söz kendilerine geldiğinde Gazze’ye destek konuşmaları yapmıştır.

Görüldüğü üzere İsrail artık dışlanmış bir devlettir (Pariah State). Bu hâliyle şimdiye kadar onu koşulsuz destekleyen ülkeler için de bir yük hâline gelmiştir. Bu durum sürdürülebilir değildir.

Zira kendisi de Holokost mağduru olan bir ülkenin, Gazze’de en az 35 bin insanı katledip soykırım suçu işlemesi kabul edilebilir bir durum değildir. Bunu yapan kim olursa olsun mutlaka uluslararası toplum tarafından cezalandırılmalıdır.

Bunun ilk adımı da aynen Güney Afrika’ya yapıldığı gibi uluslararası izolasyondur.

Haydar Oruç

13 Mayıs 2024, Gölcük