Sebebi ne olursa olsun “mühürlenmiş”,bulunduğu bedene hapsedilmiş bir ruhun ıstırabını tarif mümkün değildir…
Ruhu mühürlemenin yolu, onu beden için geçerli olan fiziksel sınırlara hapsetmek de değildir…
Zihnin çeşitli yöntemlerle ve çeşitli korkularla “işgal” edilmesidir kastım…
Bu işgal, dünyanın en ferah sayfiyelerinde de geçerli olabilen bir işgaldir…
Korku bazen belirli bir nesneye dayanır bazen de nesnesiz bir şekilde korku fikrinin kendisi korkuya dönüşür…
En büyük korku da korkunun kendisinden korkmaktır sanırım…
Çünkü korkunun bu türü, karşısında korkacağı hiçbir nesne kalmayan süper güçlerin korkusudur…
ABD için “Korkulacak tek şey korkunun kendisidir” diyen Franklin Delano Roosevelt aslında geldikleri gücün seviyesini vurgularken, bir yandan da en büyük korku seviyesini yakaladıklarını işaret ediyordu…
Bunun ne demek olduğunu,ABD’nin daha sonraki uygulamalarından çok daha net olarak görebiliriz…
“Herkes bize düşman” anlayışı ile dünyanın her yerini adeta işgal atında tutma isteğiyle üsler kurmasından da anlayabiliriz…
Savaşın her türlüsünü sahaya süren bu zihniyetin önce kendisi dünyanın en önemli kontrol araçlarından biri olan “korku”nun güdümüne girmiş, ardından da dünyanın geri kalanını bu yörüngeye çekme çabasında olmuştur…
Elbette ABD bunu yaparken kendi korkularından “emin” olmayı umuyordu; her ne kadar sıkıntılı bir yöntem olsa da…
Garip olan şey ABD’ye bu “korku imparatorluğu” tacını giydiren milyarlarca insanın buna nasıl rıza gösterdiğidir…
ABD’nin zulmünü konuştuğumuz kadar ona kol-kanat gerenleri, kendi coğrafyalarında tutunmasını sağlayanları da konuşmamız gerekiyor…
Bugün yaşadığımız dünya çapındaki bio-politik savaşın da müsebbibi olarak gösterilen ABD, bu güce tek başına gelmedi kuşkusuz…
Dünyanın geri kalanı tek yürek olabilseydi, dediğim daha net olarak anlaşılabilirdi…
Etienne de La Boetie zalim hükümdar için şunları söylüyordu: “Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetleyecek bu kadar gözü neren buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizlerin değilse bunları nereden almıştır? Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa üzerinizde nasıl iktidar kurabilir? Kendinize ihanet etmeseniz, sizi öldüren bu katilin yardakçısı olmasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir?”
Evet, bana göre ABD zulmünün darmadağın olmuş Ortadoğu’daki başarısının en net tarifi bu işte…
Yüreklerimizi kanırtsa da bu gerçekle yüzleşmek zorundayız; Pakistan’da, Afganistan’da ve kanayan her coğrafyamızda…
Bir an evvel ruhumuzu mühürleyen ve ABD’nin öğrettiği korkularımızdan kurtulmak zorundayız velhasıl…
Çünkü korkuyu öğreten de bize kendi çıkarını “kurtuluş” diye pazarlayan da aynı ABD’dir…
Özgürlüğümüz ise vahdetimizde!
Bunu başarıp yapmamız gereken tek şey,“Ey ABD seni artık desteklemiyoruz ve işaret ettiğin hiçbir yere de gitmiyoruz” demektir…
Hepsi bu…