İnsan bazı vakitler kaçmak, uzaklaşmak istiyor kâri. Kendine bir yer bulup, kendini bulup sadece saklanmak ve sırlanmak istiyor. Kimsenin olmadığı, kimsenin duymadığı, kimsenin bilmediği bir tenhada ve kimseye meselesini anlatmak zorunda kalmadığı bir mekânda sadece ve bir tek ve gerçek olan, asıl duyan, asıl gören ve asıl bilene derdini anlatmak istiyor. Ama kaçamıyor. Kendinden kaçsa da derdinden kaçamıyor…

Susmak, bir tercih mi bilmiyorum. Ama öyleyse eğer mukaddes bir tercih olmalı. Zira bunca meselenin ve bunca dünya işinin arasında kendi meseleni söyleyecek, seni dinleyecek, anlayacak ve belki ağlayacak birini bulmak muhale yakın. Öyle bir halde susmak gerekiyor belki de. Anlaşılmamaktansa anlatmamak daha güzel.

Bazen ne söylesen ne anlatsan ve ne dinlesen boş geliyor insana. Dünyanın, memleketin ve diğer bütün herkesin meselelerini duymuyor, anlamıyor ve hissetmiyorsun. Kendi derdinle dertleniyor, kendi meselenin ağırlığından bir başka meseleye -çok mühim bile olsa- omuz verecek takatin kalmıyor. Üzülüyorsun, eziliyorsun. “Zaman geçtikçe unuturum” diyorsun ama olmuyor en fazlası alışıyorsun. Son bir türkü işitiyorsun ansızın radyodan yaraların yeniden kanıyor, biri hiç de farkında olmadan bir cümle söylüyor ve nasıl ediyorsa tam da gelip yaralarının üzerine kabuklarını söküyor, bir şiir bir kitap bir isim bir ses… Unutmuyorsun işte alışıyorsun.

Hani anlatırlar ya dervişin birinin yanına bir gün bir genç gelmiş de

-“Efendim” demiş “derdim çok büyük ve artık dayanamıyorum. Ne olur bana bir çare…”

İyice dinlemiş genci derviş. “Eyvallah” demiş “sen yarın yine gel.”

Ertesi gün yine gelmiş genç yine benzer şeyler söylemiş derviş yine aynı cevabı vermiş. Sonra yine ve yine… Günlerce sürmüş bu. En sonunda genç dayanamamış

-“Efendim” demiş “günlerdir gelip gidiyorum. Ne olacak böyle. Geçecek mi bu dert?”

-“Geçmeyecek” demiş derviş.

-“Ya ne olacak?” demiş dertli genç.

-“Geçmeyecek ama alışacaksın…”

“Yaşamak, yaralanmaktır” diye bir söz hatırlıyorum. Öyledir muhakkak. Ama geçmiyor ki yaralar; izi var, sızı var. Sonra kendi yaralarının sızısıyla kıvranırken herkesin yarasını göremiyorsun. Hani o türküde olduğu gibi, söyleyen hakikat söylemiş; herkesin bir derdi var ve durur içerisinde…

Ben halen dahi her şeyden kaçıp, kendimi bulacağım ve kendimle olacağım bir “Hira” bir mağara arıyorum. Bunca zamandır ne boş gezmişim de bulamamışım hayret ediyorum. Ama aramak da bulmaktır ve bulanlar arayanladır diye teselli ediyorum kendimi. Ve biliyorum bundan gayri bir yer bulamazsam kendime, şikâyet etmeyecek, bahane bulmayacak ve kendi ellerimle taşı oyup, toprağı kazıp da kendi “Hira”mı yapacağım. Zira herkesin bir “Hira”sı olmalı, her şeyden kaçıp kendini bulacağı…