Bizi anlamaz bazıları kâri. Hatta pek çoğu anlamaz. Daha doğrusu anlayamaz. Dünyadaki pek çok insandan farklı yaşarız bizler. Tuhafız demeye çalışmıyorum. Ama planlamışın dışında, hesapların aksine ve beklenmedik umulmadık hallerde görünürüz âlemin gözüne. Mümbit bir arazide ve hatta öyle bir coğrafyada kendi gelen nebatat gibi, hüda-yı nabit büyürüz. Bitti dediklerinde, artık bitirdik dediklerinde, bittiğimiz yerde yine kökten baş veririz. “Yeniden doğarız” falan gibi garip cümleler kurmuyorum ama farkında bile olmasak bir evvelkilerin söylediği türküye bir nakarat ekleriz sonradan. Hani nev-i şahsına münhasır dermiş ya eskiler. Vallahi tam da öyle bir milletiz biz.

Belki de sırf bunun için dünya bizi anlamakta ve tanımakta her vakit zorluk çekiyor. Zira başkalarına benzemiyoruz ve bence benzemediğimiz için bazı şeyleri kaybetmiyoruz hala. Yitirdiklerimizin sayısı elbette fazla ama elimizde kalanlar dahi pek çok şeye yetiyor. Ve bence aldıklarımızdan çok daha fazlasını feda ettik. Bir şeylerden hatta çok kıymetli bir şeylerden vazgeçtik. Yenilince değil düşmana benzediğin vakit kaybedersin sözünü duvarın bir kenarına ve en büyük harflerle yazmış olsam da ve kabul etsem de çok kere bu benzemek işinde mağlup olduğumuzu yine de zihnimizin ve gönlümüzün bir yerinde o eski terbiyenin ve teslimiyetin var olduğuna şükürler ediyorum. Değiştik, biliyorum. Değiştik ama yenilmedik. Ya da belki de tam tersi.

Aslında unutmamamız gereken o kadar çok vasfımız var ki bizim. Evvela kim olduğumuzu unutturmaya çalıştılar mesela. Konuşmayı unutturdular bize dilimiz lâl oldu. Dilimizi aldılar. Sonra sonra söküp alamasalar da sinemizden neye inandığımızı ve inandığımız gibi yaşamayı unutturmaya çalıştılar. Başkası gibi yaşanmamızı, onlar gibi davranmamızı ve hatta onlardan olmamızı istediler. Unutmadık belki ya da onlardan olmadık ama kabul edelim ki cebren bile olsa onlara benzemeye başladık. Ama rüyalarında bile bir mukaddes maziyi hayal eden bizler ya da bazılarımız unutturulanları, yok edilmeye ve yok sayılmaya çalışılanları sağır kesilmiş kulaklarımıza haykırdı bizlerin. Mesela biri çıktı ve “sen” dedi “cebinde kaybediyorsun güneş dolu tarihi…”  kaybettik mi o güneşleri, bunu oturup demli bir kaç bardak çayı yudumlarken saatlerce konuşuruz elbet kâri. Ama unutsak da kaybetmedik biz, biliyorum. Ve şiirde hakikat var, inanıyor ve tasdik ediyorum:

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz.

Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz…

Unutturmak için ve unutturulmak için ne çok uğraşıldığının farkındayım ama bazı hasletlerin yine de zihnimizin derin dehlizlerinde bir yerde var olduğunu biliyorum. Ve her defasında kendi kendime sorduğum soruyu bir kez daha soruyorum kendime ve belki sana da “ben kimim ve kime benziyorum?” türlü cevaplar verilebilir elbette bu soruya yine bir bardak çay eşliğinde. Ama ben ayakkabı boyacısı bir kardeşimin yağmurun altında, bir çöp kutusunun kenarına sinip de kitap okuyuşunu görünce, kâğıt toplayarak şerefiyle, namusuyla ekmek parası kazanan bir diğerinin yol kenarına serdiği bir karton üzerinde namaz kıldığı fotoğrafı görünce, sonra yanında duran ve ismini bilmediğim ama kâğıt toplamak için yapılmış arabasının çuvaldan bozma giydirmesi üzerine “buna da şükür” yazısını okudukça kim olduğumu ve kime benzediğimi, kime benzemem gerektiğini daha iyi anlıyorum. Ve şükrediyorum içimizden bizi çıkarmadığı için Allah’a…

Ve yine cuma kâri, mübarek olsun… Dua eder, dua beklerim…