Bir evvelki yazımda şöyle yazmıştım:

Cânım kâri, Anadolu sadece coğrafi bir isim değil. Bir yerin adı değil sadece. Bir muştunun, bir gayenin, bir hayalin ve doğuşun adı. Zulme karşı koyuşun adı, mazluma umut oluşun adı. Ecdat bu topraklara bir müjdeye mazhar olmaya, bir rüyayı hayra yormaya geldiler. Nasıl mı? Anlatayım…

13. yüzyılın ortaları ve Anadolu kan, ölüm ve acı ile boğuşuyor. Bir doğuma gebe zira ve sancılar çekiyor. Hem de öyle acılı ve öyle dayanılmaz sancılar ki… Ölüme direniyor. Hem hatta ölmeye razı insanlar, doğacak yeni bir millet için canlarından geçiyor. Zulmü durduracak, zalimi susturacak, mazluma umut olacak bir millet… Her bir taraftan maksadı bu kutlu doğuşu durdurmaktan başka bir şey olmayan ve öldürmekten gayrisinden anlamayan bir yığının hücumu altında… Yurt bulmak, vatan hayalini gerçek kılmak, devlet olmak ve âleme ilahi nizamı dağıtmak için gelen onlarca Türkmen obasının karşısında ellerinden masumların kanı akan adamlar… Yalnızca öldürmeyi bilen, kan, irin ve gözyaşından beslenenler. Bir yanda öldürmekten korkmayan ve bir yanda ölümden korkmayanlar.

Şimdi üzerine birkaç şey ekliyorum.

İnanmış bir insanın bütün bir dünyayı değiştirebileceğine her vakit inandım ben. Ve buna inanmak hiç de zor olmadı esasında. Zira dünya nasıl değiştirilir, nasıl güzelleştirilir; adamlık, insanlık, şeref ve haysiyet toprağa nasıl yerleştirilir, ecdat dünyaya çok güzel anlatmıştı bunu. Ve onların hatıraları hâlen dahi anlatıyor bunu. Dünyaya adamlığı da insanlığı da merhameti ve haysiyeti de bizim dedelerimiz öğretmişti. Şimdi de bu miras bizim ellerimizde. Yine ve yeniden bu derde düşmek zorundayız. Aslında tarih de bize bunu öyle güzel gösteriyor ki. Ecdadımız inanmanın en büyük meziyet olduğunu, en kavi kuvvet olduğunu ve en mukaddes emanet olduğunu bize bıraktıkları şanlı miraslarıyla gösterdiler hep. Lakin biz belki de görmüyoruz. Zira çoğu zaman görmek için bakmak gerekir. Eski bir misalde de dendiği gibi “Görenedir görene, köre nedir köre ne?”

Yeniden bir diriliş olacaksa –ki elbette olacak- bunun olacağı yer Anadolu’dur. Zira yiğit düştüğü yerden kalkacak, sancak indiği yerde dalgalanacak ve yeniden dirilecek işte o vakit hayallerimiz. Zira Anadolu dediğimiz yer sadece bir toprak değildir. Ve hiçbir vakit de öyle olmadı. Anadolu, anaların kundakta haysiyeti salladıkları, başlarında merhameti sakladıkları, yiğitlerinin dua diye dillerinde vatan diye haykırdıkları yerdir. Toprağa sevda, muhabbet ve merhamet ekilir Anadolu’da. Sonra boy verir, yeşillenir, çınar olur; dünyaya adamlığı öğreten koca bir çınar… Ve dallar kurusa da kökü yine bir gün filizlenmek için öylece kalır.

Bu hafta Kayseri’de ben tam da bunu gördüm. Gençlerin dünyayı değiştirebileceklerine olan inancını, onların hayallerine inanan insanları gördüm. Kimder ve Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin organizasyonunda imam-hatipli genç kardeşlerimle bir araya geldik.

Ve yeniden yeşerdi gönlümde bir şeyler…

Var olsunlar.