Vatan, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadardır.
-Oğuz Kağan-
Bizim derdimiz masum halkla değildir. Tarihin hiçbir anında da böyle olmadı zaten. Ecdat kendine kılıç çekmeyenin kılına dokunmadı. Onlara Müslüman demek ne demektir ve bir Müslüman nasıl olur onu göstermek için yollar düştüler. “Gönüllerine girmezsek buraları yurt tutamayız. Onlar da gayri bizim sorumluluğumuzdadır tek bir kişiye zulmedilse onun vebali bizim boynumuzdadır. Derdimiz onların inançlarıyla değil derdimiz bizim inandığımıza saldıranlarladır” dediler ve öyle inandılar. Mazlumun ahını almamak, masumun canını yakmamak için kıvrandı ve çırpındılar.
Hoca Ahmed Yesevî, atınızın gidebildiği her yere kadar gidin, maksadımız uzak diyarlara gitmek oraları vatan etmektir demişti asırlar evvel. Ezansız şehir kalmasın, Allah adını bilmeyen, O’nun adaletinden nasiplenmeyen tek âdem olmasın. O gaye ile yollara düştü atalarımız. Maksatları bir şehre girmek, hükümdar olmak değildi. Öyle olsaydı eğer Sultan Alparslan Malazgirt meydanında o şanlı ordusunun karşısına çıktığında “Bu meydanda kimse sultan değildir, bir sultan yoktur aramızda. Tek sultan vardır o da Allah’tır” demezdi. Fatih Sultan Mehmed Han bütün dünyayı titretirken her şeyi bırakıp da bir dergâha kapanmak istemezdi. Yavuz Sultan Selim, “Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş” diyerek yanmazdı. Şimdi de öyle. Şuur aynı, maksat aynı, meydan aynı, düşman aynı ve yiğit aynı…
Biz birlik olursak karşımızda duracak bir güç yoktur. Biz birlik olursak ezemeyeceğimiz düşman, giremeyeceğimiz şehir, yıkamayacağımız devlet yoktur. Lakin bunun için birlik lazımdır. Yeniden bir olmazsak dağılır gideriz. Zira düşmanın hilesi çoktur. Hileye kandığımız an kaybettiğimiz an olacak. Birbirimize sarılmak ve inandığımız yolda durmadan yürümek bizim kaderimizdir. Bize bu topraklar için fedakârlık atalarımızdan miras diye kaldı. Ve reddedemeyiz.
Şunu unutmamak lazım; karşımızda duran adamların her birinin kuyruk acısı var ecdadımızdan kalan. Onlar zulmetmeye kalktıkça ecdat tepelerine yıldırım gibi düşmüş. Dünyalık menfaatlerini, nefislerinin şehvetlerini ve bütün melanetlerini bir bir döküp göndermiş hepsini. Tam da bunun için tebelleş olup duruyorlar başımıza ve dertleri bizi durdurmak falan değil, öldürmek, yok etmek. Kendi kuyruklarına takılan, tasmalarını ellerinde tuttuklarını, onların verdiğiyle doyan “Müslüman” istiyorlar. Başka bir şey değil ve biz buna karşı çıktıkça tepiniyorlar.
…
Neydi bizi birbirimizden ayıran, bu kadar yakın ama bu kadar uzak tutan neydi? Aramıza hudutları kim koymuştu? Asırlarca aynı toprakta yoğrulmuş, aynı tastan yemek yemiş, aynı düşmanın karşısında durmuş ve aynı Allah’a inanıp aynı kıbleye dönüp aynı yere secde etmiştik de şimdi neden yapamıyorduk bunu? Kardeş değil miydik biz? Öyleydik ama unutmuştuk. Aramıza girenler, bizi bize düşürenler ve bizden bizi söken, aramıza bu hududu çizenler öyle bir yara açtılar. Şimdi biz o yaraları kapatmak istedikçe yeniden açıyorlar.
Onların çizdikleri hudut yalnızca bir çizgidir ve silinir gider. Bizim hududumuz gönül iklimimizdedir ve onun sonu, sınırı yoktur. O yüzden vatan, gidebildiğimiz her yerdir.