Cânım kâri, bilmem farkında mısın ama ben yazmak denen bu hali dertleşmeye tahvil ediyorum. Belki bunu başaramıyor olsam da en azından böyle niyet ediyorum. Ve bana noksan kalmış olsam bile böyle bir meleke verdiği için Allah’a şükrediyorum. Zira biliyorum ki sen de benim gibi dert ediyorsun bir yumru gibi içimde taşıdıklarımı. Beni yakan ateş seni de yakıyor biliyorum ama ben de hayret ediyorum şairin dediği gibi; “Beni yakan cümleler nasıl oluyor da yakmıyor kâğıtları?” diye. Ve ben de hayret ediyorum bazı vakitler bunca derdi bir sinede nasıl taşıyoruz diye. Bunca ölüm varken dünyada ve bunca öldürülürken masumlar nasıl yaşıyoruz diye, çok merak ediyorum. Ama şunu da biliyor ve inan bana her defasında şükrediyorum ki yanıyor, acıyor ve daralıyor olsa da en azından bir gönlümüz var, vicdanımız var… Şükrediyorum ki insanlığın bu kadar kendini inkâr ettiği bir zamanda biz halen dahi içimizde bir yerlerde merhamet diye bir cevher taşıyoruz… O cevher bir tek bizde mi kaldı bilmiyorum ama şunu biliyorum ki merhamet denen tohum bu topraklarda yeşerdi, buralarda boy verdi ve ulu bir çınar haline geldi. Seni de beni de yakan dert bu aslında, o çınarı yaşatmak…

Bir de karşımızda olanlar var. Bize hiç benzemeyenler, biz gibi olmayan ve onlar gibi olmadık diye bizi hakir görenler… Derdimizi, davamızı aşağılayıp kendi dünyalık heveslerini hayatın manası sananlar var. İşte istiyor ki onlar asırlardır gözyaşlarıyla sulanan, anaların yetiştirdiği yiğitler gibi göz nuruyla boy veren o çınar ağacı yansın, yakılsın ve yok olsun. Dallarımızı kırmaya çalışıyorlar kâri. Ölmemizi istemiyorlar belki lakin yaşamamıza da izin vermiyorlar. En azından öyle yapmak istiyorlar.

Biz birbirimize benziyoruz cânım kâri, hem de çok fazla. Aynı masum çocuk için gözümüzden yaşlar döküyor, aynı dert ile yanıyor, aynı dava için sokaklara çıkıyor ve babamızın şakaklarındaki beyazlara ağlıyor, anamızın yaşmağında çocukluğumuzu saklıyoruz. Dedelerimizi özlüyoruz mesela. Hem de çok özlüyoruz. Memleket dendiği vakit bir acı yerleşiyor sinemize, al bayrağa bakınca gözlerimiz yaşarıyor. Biri çıkıp da vatan kafiyeli şiirler söylese her birimiz birer cengâver gönlü hissediyoruz içimizde.  İşte bunun için dertleşir gibi yazıyorum sana. Ya da yazmak denen hali dertleşmek için bir fırsat diye kullanıyorum. Tam da bunun için…

O çınar ağacı diyorum işte, o koca ve ulu çınar ağacı bu memleketin her bir yanıdır. Dallarında çocukların sallandığı, yiğitlerin dinlediği, anaların bakıp da gözlerinin nemlendiği bir çınar ağacıdır. Onlar istiyor ki kökünden kurusun, yok olsun. Hayallerimiz unutulsun, kutlu yürüyüşümüz dursun. Öyle istiyorlar lakin olmayacak. Zira ellerimizi kenetleyip etrafında bir kement olacağız bedenimizle. Daha evvel olduğu gibi yine ve yine duracağız.

Allah ezanı dindirmesin, bayrağı indirmesin, devleti böldürmesin, hainlere ve bizi birbirimize düşürmek isteyenlere fırsat vermesin.

Bize de, çocuklarımıza da ve torunlarımıza da belki o çınarın dünyayı çevreleyen dalları altında gölgelenmeyi nasip etsin…

Yoksa Osman Gazi göğsünden çıkıp da cihanı saran o çınarı boşuna görmemişti rüyasında…