Türkiye tarımsal üretimde çok ciddi potansiyele sahip. Coğrafi özellikleri itibarıyla hiçbir coğrafyada olmadığı kadar avantajlı konumda.

Kendi coğrafi özelliklerini barındıran ürünlerin yanında katma değeri yüksek tropikal ürünleri de rahatlıkla üretebilecek hava avantajına ve toprak kalitesine sahip.

Tropikal meyve demişken…

Farklı coğrafi özelliklere sahip ürünler, kabul! Ancak besin değerleri çok yüksek; gerek taze tüketimde, gerek kozmetik sanayisinde, gerek eczacılıkta büyük rağbet görüyorlar. Bu yönüyle bile üretmeye ve dünyaya ihraç etmeye değer.

Büyük büyük rakamlar dönüyor. Üretmeye, satmaya değer. Hem üreticimiz hem de devletimiz güzel kazançlar elde eder.

Başka fırsat ürünlerinin üretimi de mümkün.

Yeter ki üretmek isteyelim!

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın tabiriyle “eli öpülesi” üreticilerimizi sahipsiz bırakmaya, eğitimsiz bırakmaya, ilaç bayilerinin insafına terk etmeye, tarlasındaki/bahçesindeki ürünü yok saymaya, üzmeye ve kırmaya hiç kimsenin hakkı yoktur, olmamalı.

Türkiye her zaman ve her şekilde üreticisinin yanında olmalı; önünde, arkasında, sağında ve solunda durmalı.

Türkiye'de üreticilerin nasırlı elleri takdir edilmeli.

Türkiye, üreticisine gözü gibi bakmalı; el üstünde tutmalı. Tüketim çılgınlığının esir aldığı dünyada üretimin ve üreticinin stratejik gücünü keşfetmeli.

Neyle?

Adil ve geri dönüşü olan tarımsal desteklerle…

Sözleşmeli üretimle…

Kooperatifleşmeyle…

Mağdur etmeden, kazandırarak…

Ata tohumlarını teşvik ederek, ıslah çalışmalarını destekleyerek…

İlaç diye üreticiye dayatılan kimyasal zehirlerden topraklarımızı koruyarak…

Mazot, gübre, bitki destekleme, toprak analizi, hayvan ıslahı, damızlık üretimi, bitkisel üretimin her türlüsü, organik ve organomineral gübre gibi başlıklarda destekler sunarak…

Özellikle küçük aile işletmelerini destekleyerek… Birileri bu desteklere ve “küçük aile işletmesi” kavramına burun kıvırabilir.

Unutmayın! Türkiye’yi bu işletmeler ayakta tutacak. Güzel ülkemizi küçük aile işletmelerinin başarısı yarınlara taşıyacak.

Sağlıklı nesillerin beslenmesi bu tür işletmelerden çıkacak sağlıklı ürünlerle mümkün olacaktır.

Üretici emeğinin hakkını alabilmeli ki tekrar üretime devam edebilsin; ürettiği ürünle yıllık ihtiyaçlarını giderebilmeli ki tekrar aynı işi daha istekli bir şekilde yapabilsin.

Toparlayacak olursak…

Varlık içinde yokluk çekmemek için kendimize gelmeliyiz. Gücümüzün farkına varmalı, üretim potansiyelini keşfetmeliyiz. Kalıcı politikalar geliştirmeli, ilave tedbirler almalıyız ki aynı yerden ikinci kez ısırılmayalım!

Hatırlayanlarınız olacaktır…

Yakın geçmişte şeker, kırmızı et, beyaz et, yumurta ve ayçiçeği gibi ürünlerde ciddi sorunlar yaşadık. Aynı olumsuzluğu bir daha yaşamamak için Türkiye stratejik ürün potası oluşturmalı; buğday, yağlık tohumlar, fındık, kenevir, soya, bakliyat, hayvan varlığı gibi konularda ilave çalışmalar yürütmeli.

Bitkisel üretimde kıyamet senaryoları yazılıp çizildi. Öldük, bittik edebiyatı fazlasıyla yapıldı/yapılıyor.

Bazı üretim verilerini burada sizinle paylaşmak istiyorum. Biraz yüreğiniz soğusun, umudunuzu tazeleyin.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen fındık, kiraz, incir, kayısı, ayva gibi ürünlerin üretiminde dünyada birinci sıradayız. Kürsünün iki numarasında hangi ürünlerimiz var; bunlara da bir göz atalım. Zeytin, kavun, elma, karpuz ve mandalina gibi bazı ürünlerde ikinci sıradayız. Çilek, nohut, Antep fıstığı, domates vb. ürünlerde de dünyada üçüncü sıradayız.

Özetle yaklaşık 70 milyar dolarlık bir tarımsal hasılaya sahibiz. İşte bu veriler bizi Avrupa’nın zirvesine taşıdı. Dünya genelinde ise ilk 10 içinde kalmaya devam edeceğiz.

Bundan kimsenin şüphesi olmasın.