"Bir çift sayının çift oluşu bir şehrin mutluluğundan pek başka bir şeydir; iki tek sayı toplanınca bir çift sayı eder, ama iki mutsuz kesim toplanınca mutlu bir şehir olmaz." Aristo çok bilinen Politika nam eserinde antik zamanlardan bir tanım yapar bugün yaşadıklarımıza. İsa’dan önce 300’lü yıllarda yaşayan filozofun gördüğünü bugün birlikte yaşadıklarımız görmekten uzak.
Türkiye tarihinin en ilginç seçim sürecini sıkıştığı farklı etnik milliyetçilikler cenderesinde yaşıyoruz. Siyaset çevreleri sol milliyetçilik ile sağ etnik milliyetçilik anlayışı ve sosyal demokrat devletçilik, etnik Kürt ve Türk milliyetçiliğini bir araya getirerek bir iktidar kotarma çabasında. Bu çaba ilginç sonuçların ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Tarafların “ilkeler üzerinden tavır belirleme” iddiasına rağmen kuralsız ve ilkesiz bir görünümle karşı karşıyayız. Tarihin en ilkesiz seçim sürecinde benzerlik göstermeyen, ortak bir dili olmayan, ülke meselelerinin çözümünde mutabık kalınan ilkeler manzumesinden mahrum kimliksiz ve niteliksiz bir durumla karşı karşıya bırakıldık. Kaybedilen “güçlü parlamento” iddiasını cumhurbaşkanlığını kazanarak taçlandırma derdine düşenler; bizce sadece genel başkanlık makamını koruyabilme derdindeler. Bunun için fikri kaos ve tutarsızlığa yaslanarak “kazanmak için her şeyin mübah ve meşru” olduğuna iman ettiler. Bu anlayış, hırsın sınırsız şehvetiyle kurulan “Halil İbrahim Sofrası”nı tek kişi için “aşçı tabağı”na dönüştürdü ve masaya uzanan eller boşlukta kaldı. Servise hazırlanan “aşçı tabağı” kimsenin işine yaramadı. Sofraya uzanan son el, sofrayı dağıtacak kadar ihtiraslı çıktı.
Paradoksal garip bir durumla karşı karşıyayız. Bir günde “Bahar Gelecek” retoriğini milliyetçi bombaların öldürücü barut dumanında puslu bir mevsime dönüştüren söylevin oluşturduğu dalgada boğulmamak için can havliyle sağa sola kaçışırken “istikametini kaybeden” seçmenler neye maruz kaldıklarını daha anlamlandıramadan yeni bir milliyetçi dalganın mutabakat metniyle karşılaştılar. Kandil ile Ankara retoriği arasında belirsiz bir istikamete yöneltilen seçmen, kakofoninin anlamsız dünyasında paradoksal bir çıkmaza girdi. Toplum fertlerinin her birinin sağduyusu ve algısını iğfal eden, zihni çelişkiler içerisinde bırakan, doğru olduğu varsayılan; ancak anlık hedefler gözetilerek üretilen her şey şüphe edilen bir söylem ve paradoksa dönüştü. Doğru gibi duran söylenceler, imzalanan evrak ve ortak basın toplantıları tutarlı ve mantıklı gibi gözükse de maruz kalınan paradoksal durum gereğinden fazla çelişkili sonuçların ortaya saçılmasına sebep oldu.
Toplumun nitelikli çoğunluğunu memnun etme çabası, siyaset piyasasını ve propaganda alanını çıkmaza sürükledi ve insanımızı tarihin en yoğun ve en tutarsız propaganda bombardımanına maruz bıraktı. Kurgu ve sosyal medya üzerinden üretilen algı ile başarılı olunacağına inanmak; algı ve retorikle seçim kazanılamayacağının farkında olmayan anlayış sahiplerinin saflığına işaret eder. Medya ve sanat çevreleri (!) üzerinden üretilen teknolojik totalitarizm ortamı daha belirsiz ve anlamsız bir hale getirdi. Oysa siyaset alanı bir inanç ve inanma alanı olarak algılanamayacak kadar gerçekliklere yaslanmak zorundadır. Sanıldığının aksine rey sahibi -her bir vatandaşımız-, birilerinin sandığının aksine saf ve anlayışı kıt “göbeğini kaşıyan” kişi değildir. Nitekim Meclisi oluşturan irade beyanı, bize bunu net bir biçimde gösterdi. Üzerine biraz düşünülürse son mutabakat metni, Meclisin aritmetik çoğunluğu ile anlamsız ve gösteriden ibaret bir metin olmanın ötesine geçmemiştir. Metin, medyaya malzeme sağlamaktan başka bir sonuca işaret etmiyor; çünkü o maddelerin her biri için zaten Meclis çoğunluğuna ihtiyaç vardır. Anayasa değişikliği için daha büyük bir çoğunluk gerekliyken, “Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı” için Meclis salt çoğunluğunun onayı gerekir. Dil ve tarih yanlışları ile kaleme alınmış hüküm koymaktan ziyade üzerine gereksiz televizyon programları yapma amacını güden mutabakat metni, merhum Ahmet Kaya’nın “Nerden baksan tutarsızlık/ Nerden baksan ahmakça” deyişini hatırlattı.
Anlamada Aristo çağının gerisine düşen algı üreticilerinin siyaset arenasına servis ettiği veriler, Ahmet Kaya’nın sesinden milleti uyaran “tutarsızlık” ve “ahmakça” tespiti ile bir uyarıya dönüşüyor. Bugün oy kullanırken Suriye’de oluşturulan güvenlik alanındaki askerlerimizi hatırlayın. Gabar’da şehit olan güvenlik kuvvetlerini ve ailelerini düşünün. Mavi Vatanı ve Libya ile yapılan münhasır ticari bölge anlaşmasının akıbetine yoğunlaşın. Kıbrıs’ta olup bitenleri aklınızın bir yerinde tutun. Oyunuzu kullanmak üzere evden çıkmadan Azerbaycan ve Karabağ’a dair “kim neyi, niçin söyledi” araştırması yapın ve sandığa öyle gidin. İstanbul’un fetih gününe bir muştu olsun kullanacağınız oy!