7 Ekim’den bu yana devam eden saldırılarda, Gazze’de öldürülen sivillerin sayısı 40 bini geçti. Bunca teknolojiye ve desteğe rağmen askerî hedeflerine bir türlü ulaşamaması, ABD ve AB ülkelerinin artan baskısı, siyonist rejimin kimyasını iyiden iyiye bozdu. Netanyahu’nun ve savaş kabinesinin durumu, son aylarını “Führerbunker” adı verilen yeraltı karargâhında geçiren Hitler’i andırıyor.
Barış görüşmelerinin ilerlediği bir zamanda Gazze’yi temsil eden İsmail Heniyye’nin Tahran’da düzenlenen saldırı sonucu şehit edilmesi, siyonist rejimin çaresizliğini gösteriyor. Tüm dünyada “terör devleti” olarak tanınan İsrail’in attığı bu adım, üzerine yapışıp kalan bu ünvanı hak ettiğinin ispatı oldu.
Oysa Filistinlileri temsil eden isimlere dönük suikastların, işgale dönük mücadeleyi daha da güçlendirdiği ve katlettiği isimleri de birer kahramana dönüştürdüğü biliniyor. Filistinli liderlerin her biri, böylesi bir şehadet için âdeta can atıyor. İsmail Heniyye’ye düzenlenen kalleş suikastın, siyonist rejime hiçbir şey kazandıramayacağı bilakis işgal rejiminin çöküşünü hızlandıracağı açıktır.
Nitekim yirmi yıl önce Hamas’ın kurucu lideri Şeyh Ahmed Yasin’i tekerlekli sandalyede olmasına rağmen güdümlü füzeyle katleden siyonist rejim, aradan geçen 20 yılda Hamas’ın ulaştığı askerî kapasiteyi büyük bir korku ile takip ediyor. Hamas, bu süre içinde Gazze’ye uygulanan ablukaya ve yapılan saldırılara rağmen taraftar sayısını artırdığı gibi Tel Aviv başta olmak üzere tüm siyonist şehirleri vurabilecek füzeler yapmayı başardı.
Hamas’ın iyi eğitimli dört bin askerine karşın, siyonist rejimin cepheye sürdüğü yüz binin üzerinde askeri, binlerce zırhlı, tank, uçak, İHA, SİHA ve füzeleri beklenen sonucu sağlayamadı. Bu durum, siyonist rejimin kara kara düşünmesinin ve kuduz köpek misali sağa sola saldırmasının sebebini teşkil ediyor.
Tüm dünyanın küçük çaplı bir “örgüt” olarak gördüğü Hamas’ın, İsrail’i bu denli hırpalaması akla diğer örgütleri getiriyor. İsrail, daha Hamas ile baş edemezken daha donanımlı olduğu bilinen Hizbullah ile nasıl baş edebilecek? Siyonist rejim, bu soruları unutturabilmek ve hâlen güçlü olduğu izlenimini korumak için masum sivilleri akla hayale gelmeyecek barbarlıkla katlediyor, liderlere suikastlar düzenliyor.
Peki, Gazze konusunda Türkiye ne yapabilir? Malumdur ki Türkiye ve İran’ın dışında Arap ülkelerinin büyük kısmı, millî menfaatlerini gerekçe göstererek İsrail’e karşı adım atmaktan çekiniyor. Çünkü bunun, aslında ABD’ye karşı bir meydan okuma olacağını düşünüyorlar. Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, BAE gibi güçlü ordulara sahip Arap ülkelerinin temel endişesi, hanedanlıklarını/rejimlerini tehdit edecek adımlar atmaktan uzak durmak olarak beliriyor.
Türkiye, bu girift manzara karşısında ilk olarak Arap ülkelerini tek bir çatı ve ideal etrafında toplamaya gayret ediyor. Çünkü Gazze meselesi, tüm Arap dünyasının mevcut rejimlere karşı başkaldırısına yol açacak bir potansiyel taşıyor. Şu hâlde, İsrail’e ses çıkarmadıkları her gün Arap rejimlerinin de sonu yaklaşıyor.
Ülkemizin önceki ay İsrail’e dönük ticareti tamamen sonlandırması, atılan somut adımların önemli bir aşamasıydı. Fakat bunun yeterli olmadığı açıktır. Türkiye daha elle tutulur adımlar atmadıkça, İsrail ve ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurmaya çalıştığı ittifaka cevap vermedikçe bu katliamların sonunun gelmeyeceği bilinmelidir. Nitekim, İstanbul’un savunması Gazze’den, İdlib’den, Sincar’dan başlıyor.
Bu sebeple Türkiye’nin, BM Barış Gücü çerçevesinde Lübnan’da bulundurduğu asker sayısını ivedi olarak artırması elzemdir. Bunun yanı sıra, tıpkı Libya ile yapıldığı gibi Filistin yönetimi ile “Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Anlaşması” imzalanabilir. Cihat Yaycı, bu anlaşmanın çözüm için ideal olduğunu daha önce vurgulamıştı. Türk hava sahasının İsrail’e giden ve İsrail’den gelen tüm uçaklara kapatılması da siyonist terör ittifakının işini zorlaştıracaktır.
Türkiye’nin Somali, Katar ve Sudan’daki üslerine hava savunma sistemlerinin yanı sıra İHA ve SİHA konuşlandırması, İsrail’e mesaj niteliği taşıyacaktır. Uzun zamandır planlanan Irak’ın kuzeyine yönelik operasyonla İsrail ile açık iş birliğinden çekinmeyen PKK’nın yok edilmesi ve Deniz Kuvvetlerimize bağlı savaş gemilerinin insani yardımlara eşlik ederek Gazze açıklarındaki uluslararası sulara demir atması, zulmün karşısında atılacak somut adımlar olacaktır. En somut adım ise Türkiye’nin ne yapıp edip Gazze için garantör devlet olmasıdır. Çünkü Batı dünyası Kıbrıs, Filistin gibi çetrefilli konularda tarafların güç dengesini sağlayacak garantörlük uygulamasını bir çözüm yolu olarak görmektedir.
MİT’in yaptıklarını burada açıkça yazamıyoruz. Lakin MİT’in yurt dışı operasyonlarını Yemen’i de içine alacak şekilde genişletmesi, bölgedeki İsrail karşıtı oluşumların desteklenmesi siyonist terör ittifakını zayıflatacaktır. Alenen, PKK ve YPG’ye yüzlerce tır silah sağlayan ABD ve İsrail’in anlayacağı tek dil budur. Türkiye bu konuda adım atmaktan imtina ettikçe düşmanın cüreti artacaktır. Arzımevut iddiasını açıkça dillendirmekten çekinmeyen siyonist rejimi engellemek, özü itibarıyla bir vatan savunmasıdır. Bu bilinçle hareket edilmedikçe Gazze’deki katliam sona ermeyeceği gibi “Türkiye Yüzyılı” iddiamızın da bir geçerliliği kalmayacaktır.