Çoğu insan Nietzsche’yı, bir filozoftan çok şair veya kâhin olarak görür. Onun “güç istenci” teorisi âdeta modern insanın ahlakını özetler. Buna göre insan doğası, tamamen güç istencinin bir şeklidir. Her türlü hareket ve eylem, güç istencinin hiyerarşik olarak üstünlük kurma tasarısından ibarettir. “Üstinsan” ise bu güç istencini tamamlayan bir kavramdır. Yaşadığımız dünyanın anlamının, dinî inançlar yerine insan aklı ve yeteneklerinde aranması gerektiğini savunan bu yaklaşım, modern Batı medeniyetinin de temelini oluşturur.
Güçlünün haklı olduğu bu yeni düzen, en başta Hristiyan değerlerine ardından da her türlü inanç ve geleneğe saldırır. “Protestan ahlakı” denen şey, güç istencinin makul gerekçelerini dinî anlayışa uyarlamaktan başka bir şey değildir. “Seçilmiş millet” veya “seçilmiş cemaat” söylemini dile getiren püritenler, evanjelistler, methodistler ve baptistler bu anlayışın boy verdiği Protestan mezhepleridir. Bu mezhepler, başta ABD ve İngiltere olmak üzere küresel sistemi temsil eden Batı ülkelerinde siyasi iradeyi elinde tutmaktadır.
Özelikle ABD’yi elinde tutan evanjelistlerin “armageddon” kehanetine binaen siyonistlerle iş birliği içerisinde hareket etmesi, yukarıda bahsettiğimiz sapkın dinî anlayıştan kaynaklanır. Oysa Katolik inancında Yahudiler, İsa’nın katilleri olduğu gerekçesiyle lanetlenirler. Yüzyıllarca süren bu anlayış, daha yakın zamanlarda kaldırılmıştır. Vatikan bunu kaldırsa da Katolik halkların İsrail’e ve siyonizme gösterdikleri tepki söz konusu tarihî geri planın neticesidir.
İsrail’e en şiddetli tepki gösteren Hristiyan ülkelere baktığımızda bu gerçeği görürüz. İspanya, Brezilya, Şili, Meksika, Küba, Venezuela, Kolombiya gibi ülkeler Katolik mirastan kaynaklanan bir tepkiyi yansıtmaktadır. Bu ülkelerden bazılarının tepkisi, sözde Müslüman ülkelerden bile ileri düzeydedir.
“Güç istenci” özü itibarıyla her çağda gücü elinde bulundurmak, diğer ülkelere ve milletlere hükmetmek sevdasını yansıtır. Anglosakson ülkelerin Protestan ahlakı ile Yahudilerin “seçilmiş millet” anlayışı, tam da bu noktada birleşir. Bu sebeple Protestan ülkelerdeki İsrail karşıtı tepkiler, daha çok insani gerekçelere dayanır ve inançsız/hümanist kesimlerin desteğine sahiptir.
“Her neye mal olursa olsun gücü elinde tutmak” ilkesiyle hareket eden ABD liderliğindeki küresel güçlerin, kendi kurdukları örgütleri bile baypas ederek, kendi ilkelerini hiçe sayarak siyonist rejimin yanında saf tutmalarının sebebi budur. Uzun zamandır tartışılan bu uluslararası örgütlerin varoluş amaçları, yaşanan son katliamlarla aleni hâle gelmiştir.
BM (Birlemiş Milletler), UNICEF, NATO, IMF gibi örgütlerin, siyonist küresel düzenin menfaatlerini korumaktan başka amacı olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Bu düzenin hiçbir ahlakı yoktur. Bu düzen, insan yaşamını hiçe sayan, sadece “beyaz” ve “Avrupalı” nüfusu insan sayan sapkın bir anlayışı sürdürmektedir. Buna biz kısaca, Haçlı zihniyetinin modern hâli diyebiliriz.
Biz Müslümanlar, Batı’nın elinde tuttuğu gücü ele geçirirken aynı zamanda bu gücün ahlaki kullanım ilkelerini de programlamak durumundayız. Aksi hâlde küresel düzenin bir benzeri olmaktan kurtulamayız. Bu amaçla silah teknolojilerimizin saldırgan veya işgalci üçüncü taraflara satışına izin vermemeliyiz. Gücümüz, özü itibarıyla ahlaki haklılığından kaynaklanmalıdır. Tıpkı Karabağ’da, Libya’da, Somali’de, Bosna’da olduğu gibi işgale uğramış ülkelerin savunmalarını güçlendirmek önceliğimiz olmalıdır.
Siyonist küresel düzen, kartlarını açık oynuyor. Ukrayna’ya uçak, füze, tank ne varsa gönderiyor. PKK’ya silah temin ediyor, hava savunma sistemleri veriyor. Tehdit gördükleri noktaları istedikleri gibi bombalıyor, binlerce insanı katlediyor. Yunan hücumbotları kıyılarımıza kadar çıkıyor. Böylesi bir ortamda Türkiye’nin, kınama mesajları yayınlamak yerine önleyici ve caydırıcı adımlar atması gerekiyor. Hâlen müttefiklik ilişkilerinden bahsedip katilden merhamet beklemek, zalimleri daha da cüretkâr hâle getiriyor. Meseleler sınırımıza dayanmışken Türkiye’nin olan biteni izlemeye devam etmesi, zafiyet olarak algılanacaktır. Batılı güçler bize saldıramıyorsa emin olunuz ki Kıbrıs’taki kararlılığımızı gördükleri içindir. Şimdi de -küçük de olsa- somut bir mesaj vermeden katillerin laf anlayacağı yok. Türkiye’nin geleceği, şu zamanda atacağı adımlara bağlıdır. Ötesini anlatmaya dilim varmıyor…