Üzeyir İlbak

1950-1970 yılları arasında doğan insanlar, nazarımda “son bağımsız nesil” dir. İlk tarihin sonuna kadar olan tarih aralığında ve öncesinde doğanlar sohbet, kitap, gazete, dergi ve radyo ile hayatını biçimlendiren bir nesildi. 1960 sonrası neslin hayatına, yukarıda sayılanlara ek olarak televizyon ağır adımlarla girdi. Bu tarihlerin tamamında “soğuk savaş dönemi ideolojileri” ve çatışmalar hâkimdi. Altmışlı yılların ikinci yarısından itibaren ve yetmişli yıllarda düşünce ve fikirden kopuk, etkileşimli ideolojik kabuller uğruna gerçekleşen çatışma ve katliamlara tanıklık ettik. Askerî müdahaleler, darbeler ve post modern çıkışlar ile e-muhtıralar hakikat, adalet, ilim/bilim ve toplumsal barışı inşa etmekten uzak köpüklü retorikler olarak tarihe geçti.

Katı ve sert çatışma ortamlarında yaşayarak dert ve heyecanlarını sokaklarda duvarlara yazanlar, 80 askerî darbesiyle “sudan çıkmış balık”  oluverdiler. Fırsat bulanlar dergi ve kitaplarını yakarak suçlanmaktan kurtulmaya çalıştılar. İdeoloji ve inançlarında samimi olan dönem nesli, ideolojileri dikkate alınmaksızın cezaevlerine tıkıldılar. Gecenin belirsiz vakitlerinde uyandırılarak İstiklal Marşı, İzmir Marşı, Mehter Marşları dinletilerek; Nutuk okutularak “ıslah (!)” edilmek istendi. Anayasa’ya “Din ve Ahlak Bilgisi” derslerinin zorunluluğu konularak yetiştirilmek istenen “ahlaklı nesil”, hiçbir değer yargısını öğrenemeden, insanlık ailesinin bir ferdi olma niteliğinden mahrum olarak yetiştirildi. Son bağımsız ve müdanasız militan çağı insanlarının  “ideolojisiz sev genç taifesi” olarak tarif ettiği nesil, dijital bir çağda pasaport ve duvarlar olmadan yaşamaya başladı.

Dijital evrende sınırsız ve kontrolsüz yaşama dürtüsünün sağladığı konfor alanı, hakikat algısının yitirilmesine ve insanın, insanlık hakikatinin gereği olarak sahip olduğu irade, idrak ve akıldan koparak “hakikat krizi” ile yüzleşmesini kaçınılmaz kıldı. Dijital dünyaya doğan ve hayatını etkileyen dünyanın çağcıl verileriyle  “akıllı telefon”(!) üzerinden faydalanma derdine düşen “dijital çağ nesli”; maruz kaldığı dil, kültür ve medeniyet birikiminden kopuşu idrak etmekten uzağa düşmektedir. Ahmet Haşim, dijital hastalıklardan mustarip olmayan yaşadığı çağ için "Melâli anlamayan nesle aşina değiliz." diyordu. Bugün yaşasaydı bu tespiti hangi düzeyde yapardı? Düşünmeye değer bir soru. 

İletişim, kültür, medeniyet, edebiyat ve felsefe; zengin kelime ve kavramlara sahip bir dil ile mümkündür. Dili başka ülkelerin diliyle bozarak yerine karma ve melez bir dil koyarsanız; tevarüs ettiğiniz değerlerden ve birikimden doğal olarak koparsınız. Hatta ürettiğiniz “melez dil” ile öncelikle evden, aileden, mahalleden ve gelenekten koparsınız. Ortak kelime ve kavramlar hayatımızdan çıktığında konuşur gibi yaparak bir kaos ve kakofoni ortamının oluşmasına aracılık etmiş oluruz. Hatta iletişim araçları arasında emoji tabir edilen ilkellik sembolü modern putçuklarla konuşmaya başladığımızda, zihnî ve akli bir krizle yüzleşmek zorunda kalırız. Tarihin kırılma zamanlarında kabala ve hurufî iletişim ve yaşama biçimine meyledenler; toplumun ekseri çoğunluğundan kabul görmedi.

Dijital zamanlar, emojiler, iletişim, medeniyet ve kültür iklimi, antik zamanlardan mağara resimleri ve hiyeroglif! Bu ifadeleri kavramsallaştırarak üzerine düşünmeye başladığımızda nasıl bir çıkmaza saplanmak üzere olduğumuz hakikatini idrak etmeye başlarız. Yeni zamanın iletişim araçları bizi, çivi yazısından ve hiyerogliften daha eskilere taşıyarak neredeyse mağara resimlerinin iletişim ve mesaj dili olduğu zamanlara çekiyor. İlerleme adına kelimede, dilde, kültür ve iletişimde antik vakitlere öykünerek en geri zamanlara tutunuyoruz.

Dijital iletişimin vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelen emojiler, hız ve pratiklik adına kullanılsalar da kabul edilebilir ölçekte duygu ve düşüncelerimizi ifade etmekten oldukça uzaktır. Gülen, ağlayan, el sallayan, göz yaşı döken emojiler … İletişimde görsel simgeler olarak kullanılsalar da iletişimin derinliğini ve hissiyatını yok etmekte; düşünceye dair veri biriktirmekten uzak ve insanların fikrî gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir.

 Emojiler dili basitleştirerek düşünce iklimini çoraklaştırmaktadır. Yeterli kelime bilmeyen insanoğlu, düşünce üretemez. Düşünmenin ana malzemesini yitiren nesil, dil ve düşünce arasındaki kavi ilişkiyi de kavramaktan uzağa düşer. Karmaşık düşünceleri ve soyut kavramları ifade edebilmek için dilin zengin kelime birikimine ve kavramsallaştırılmış anlamlı büyük kelimelere ihtiyaç duyarız. Emojiler, kelime ve kavram zenginliğimizi ilkel zamanlarda yaşamış kavimlerin sade ve basit diline sürüklüyor. Gülen yüz emojisi sevinci ifade ederken, sevinç coşkusunun alt metnini, gönül dünyasında inşa ettiği hissiyatı, insan çehresindeki nüansları ve derinliği göz ardı ederek iletişimi yüzeyselleştirir ve bebek idrakinden mahrum bir konuşma zemini oluşturur.

İnsanlığın yazılı tarihinin, düşünsel ve fikrî birikiminin hatta diplomasinin yazılı iletişimle başladığını, ilk barış metinlerinin yazıyla insanlığa mesajlar bıraktığını biliyoruz. Yazının tarihi insanlık medeniyetinin adım adım ilerleyişinin hikâyesini anlatır. Emojilerle yazılacak bir metinde, her hangi bir derinlik ve birikim inşa etmek ve gelecek nesillere bir mesaj bırakmak mümkün olabilir mi? Bir sayfalık anlatıyı “aynen” diyerek onaylayan nesil şu kısacık metni hangi emojilerle anlatabilir?  “Dün Süleymaniye’deydim. Fil ayağına yaslanarak ses testi yapan Koca Sinan’ı hayal ettim. Âdeta gözlerimin içine bakarak dört asır öncesini gülen gözlerle anlattı. Sendeledim ve fil ayağına iki elimle dokundum, taşlarda Sinan tebessümü kalakaldı.”

Hissiyatımızı, duygu ve düşüncelerinizi ifade etmemizi temin eden kelimeler ve kelimelerdeki derinliği emojilerle gerçekleştirme imkânımız yok ve metinler arasına serpiştirilen yapay semboller estetik zevkimizi de bozuyor. Emojiler insanı, tahkiye etmede mağara resimleri çağının gerisine düşüren bir iletişim çağı inşa ediyor. Duygusuz, durağan ve ilkel! Mısır hiyeroglifinden daha geride bu medeniyetin kelimesi emoji!

Emojiler, evrensel bir dil inşa etme iddiasıyla kültürel farklılığı, dil fonetiğini ve sentaksını yok ediyor. Emojilere evrensellik algısıyla dört elle sarılanlar, kullanılan görsellerin her birinin farklı kültürlerde farklı anlamlar taşıdığının ve yanlış anlaşılmalara sebep olabileceğini müdrik değiller. Ayrıca dillerin, kelimelerin, cümleyi oluşturan kelime dizilişlerinin kendine özgü bir yapısı var ve bu özellikleri bozduğunuzda anlatmak istediklerinizi anlatamadığınızın farkında olmalısınız. Yan yana kelime dizerek cümle kuramadığınızı idrak ettiğinizde emojilerle nasıl bir dil ihaneti içine sürüklendiğinizi de fark edersiniz. Bu ara sınavlardan çıkan gençler “Türkçe soruları daha zordu; çünkü uzun paragrafları anlamadık.” şikâyetinde bulunuyorlar. Emojilerle iletişim kurduğu vehmi ile kültürel birikimi ve dil hakikatinin gerekliliğinden uzaklaşan nesil ana dilinden de kopuyor. “dijital bağımlısı nesil”, kelimesini kaybederek kültürel çeşitliliği, anlama kapasitesini yok ettiğini ve hayatından azalan her kelimenin zihnini çoraklaştırdığını ve çevresiyle iletişimini tekdüzeleştirdiğini anlamaya başlarsa; anlama problemini ortadan kaldırır ve hiçbir uzun paragraf canını sıkmaz.