Türkiye’de Sol: ırkçı, faşist, kibirli, ikiyüzlü, ukala, vandal, kutsalsız, marufa düşman ve ileri derecede geri zekâlı bir ideolojidir. Sol ideoloji ile feraset birbiriyle ters orantılıdır.

Halkın tüm değerlerine düşmanlık ederler ama kendilerine halkçı derler. Halkın huzurunu temin eden tüm güçlere, tüm kanun, nizam, gelenek ve göreneklere düşmandırlar ama kendilerini huzur tedarikçisi olarak görürler. Emekçi geçinirler ama esnafın kepengini kapatma, kontağını kapatma, aracını yakma, emek teknelerini yakma en çok zevk aldıkları eylemlerdir.

Bir solcu için en iyi yoldaş, en iyi devrimci yani solun en makbul ibadetleri; insan öldürmek, ekmek teknesi yakmak, huzuru bozmak, yol kesmek, insanları huzursuz ve tedirgin etmektir. Solcunun en hafif eylemi yani sevabı en az olanı ise gürültü (tencere-tava) yapmaktır. En iyi solcu en vandal olan, en kahraman solcu da en katil olandır.

İnsanları yaftalama konusunda hiç sınırları yoktur. İki yüzlülükleri üzerine iki yüz kitap yazılabilir. Başkasının canlı bombası katil, cani, vahşi ve lanetlidir. Kendilerinin canlı bombası ise tahrik edilmiş bir masum, iyi bir kahraman, barış ve demokrasi için kendini feda etmiş bir hümanisttir.

Kendi davaları için bedel ödemiş birinin milletvekili olması, belediyeden ihale alması, belediye başkanı olması haktır, çünkü o bedel ödemiş saygın biridir. Ancak kendilerinden olmayan biri bir davada bedel ödemiş ve onure edilmek için bir yere getirilmişse o kişi ‘acısının sefasını süren bir faşisttir’

Başka bir ırka mensup biri onların ırkını ve davasını savunuyorsa o ‘onurlu, vicdanlı, demokrat ve hakperesttir’ ama başka bir ırkı savunuyorsa o, ‘soysuz, aslını inkar eden, halına düşman bir faşisttir’ onların ırkçısı yoldaş, demokrat, walatparez, onurlu, halkından yanadır ama başkasının ırkçısı faşisttir.

Solcu birinin; insanlığa faydalı, medeniyete, huzura, nizamı aleme, toplumsal barışa, huzura katkı yapan her türlü eylem ve söylem noktasında beyin hücreleri ölmüş, idrak damarları tıkanmıştır. Zaten solculuğun ilk şartı da budur.

Nizam-ı aleme katkı yapmak, toplum değerlerine saygı duymak, sabırlı davranmak, sükunetten yana tavır almak, ahlaklı olmak, dürüst olmak, kıyas-ı nefs terazisine sahip olmak, empati yapmak, şiddeti ret etmek, hele hele kendine ait beyni kullanmaya teşebbüs etmek solculukta affedilmez suçlardır.

Halkın ferasetini hesaba katmak, halkı düşünen bir varlık olarak görmek, halkın da bir konuda bir fikir sahibi olduğunu düşünmek solculukta şirktir. Haşa liderden/seroktan daha iyi bilen kim olabilir ki… Hem zaten onlar halk için en iyisini bilen ve halk için en iyi olanı canları pahasına getirmeye çalışan hümanist fedakar insanlar değil midir.?(!)

Kominizim lazımsa onu da onlar getirir, öz yönetim lazımsa onlar ilan ederler. Halk sadece onlara itaat etmekle yükümlüdür. Hak, hukuk, şefkat merhamet, demokrasi, referandum iki yerde lazımdır; söylemlerinde ve zayıf oldukları yerlerde…

Artvin’de zayıflarsa orada referandum iyidir, ekoloji demek, demokrasi demek, doğa demek, hukuk demek iyidir; Sur’da, Cizre’de, Silvan’da, Silopi’de güçlülerse hak nedir, referandum nedir, demokrasi nedir, ekoloji nedir, doğa nedir.?

Güçlü oldukları yerde ‘Devrim için bedel ödemek de lazım heval’ kuralı geçerlidir…

İşte bu kafa yüzünden CHP, 60 yıldır  muhalefettir. Silahı olduğu sürece iktidar olabildi, iktidar olduğu sürece de katliam yaptı. Silahlı gücünü kaybedince iktidarı da kaybetti. Muhalefete düşünce hak, hukuk, demokrasi lafları dillerine geldi. Yarın iktidar olsalar yine katliam yapacaklarından kimsenin şüphesi olmadığı için de iktidar olamıyor zaten.

İşte, Solun ferasetle ilişkisi; Demirtaş/Pkk/Hdp’nin Kürtlerle ilişkisi ile aynıdır.

HDP de bugün silahı ile bölgede iktidardır. Silahı bırakmak ile iktidarı bırakmanın aynı şey olduğunu bildikleri için silahı bırakmadılar. 7 Haziran seçimi sonrası Kandil’den yapılan ‘PKK’nin silahı olmasaydı HDP %5 de alamazdı’ açıklaması PKK’nin nadir söylediği doğrulardandır.

Çözüm Süreci boyunca devletin onlara gösterdiği tahammül ile tüm sokaklarda yüzü maskeli, eli silahlı/molotoflu yapılanmalarının yaptığı Vandallıkla halkı sindirince; söyledikleri ‘Devlet burayı bize verdi, artık biz yöneteceğiz’ yalanına inanan bir kesim onlara teslim olup, bir kesim yeni sahibin yanında yer tutma telaşına düşüp, bir kesim onların gerçekten barış getireceğine inanıp, bir kesim de huzurumuzu bozmayın da bir oy istiyorsanız alın size oy deyince;  zannettiler ki artık halk onların istedikleri kıvama geldi.

Bundan cesaret alarak önce ‘Devrimci Halk(sız) Savaşı’ ilan ettiler, sonra dünyada eşi benzeri olmayan ‘Silahlı Öz Yönetim’ ilan ettiler ve savaşı şehirlere taşıyıp Kürtlerin şehirlerini yakıp, yıkıp insanları öldürmeye, öldürtmeye başladılar. Kısaca solculuk yaptılar.

Demirtaş zannetti ki; Ona her yer Kobani, ona her gün 6-8 Ekim’dir. Bu inançla kurdukları ‘Halk insiyatifi’ isimli bir yapılanma aylardır her gün ‘Her yer selhildan alanıdır’ başlığıyla halkı sokağa davet etmekte, çukur kazmaya teşvik etmekte, sıkışan silahlı unsurlarını sağ kurtarmak için bir koridor açma arzusuyla sivilleri canlı kalkan yapmaya çağırmaktadır.

Hollywood sinamasının nedense bugüne kadar hala keşfetmediği Faysal Sarıyıldız gibi birinin bodrum/sivil/yaralı temalı senaryoları, ünlüler adına açılan fake hesaplarla yapılan yalan, montaj ve yüksek dozlu acitasyon içeren algı operasyonları, Doğan medya, Siyonist medya, Parelel Medya, İran medyası, Rus medyası ve dünyanın en sınırsız yalan üretme gücüne sahip PKK medyası bile Kürtleri sokağa çekmeye halkı çukura destek vermeye ikna edemedi.

Olması gereken de zaten buydu; Millet-i İbrahim’in en çok ulema yetiştiren milleti olan Kürtlerin aklıyla alay etmek, ferasetini hafife almak ancak bir solcuya yakışırdı.

Demirtaş’ın fiyasko ile sonuçlanan ‘Sur’a yürüyüş’ çağrısı ile bitti mi dersiniz. Tabi ki bitmedi; Algılar, tezgahlar, yalanlar, tahrikler, çağrılar devam edecek. Ancak halk da bu feraseti ile pirim vermemeye devam edecek.

40 yıldır milletin değerleri ve İslam ile savaşan Marksist/Leninist bir örgüt bugün halkın dini değerlerini ve ibadetlerini sömürmek için halkı Cuma namazına davet ediyor ve halk onlarla namaza bile durmuyorsa bu geldikleri noktayı gösterir.

Dahası; Demirtaş bugün veya 10 yıl sonra 6-8 Ekim çağrısı ile 50 küsür insanın ölümüne sebep olmaktan mutlaka yargılanacaktır… Çünkü gerçeklerin er veya geç gün yüzüne çıkma gibi bir huyu vardır ve adalet er veya geç mutlaka ama mutlaka tecelli etmektedir.

Selam ve dua ile..